H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HALKA-İ DÜRR

    İnci dizisi.
  • HALKA-İ ZİKİR

    Tasavvufta, zikir esnasında daire şeklinde oturmak.
  • HALKAN

    Yaradılışça, hilkatça.
  • HALKAVÎ

    Halka şeklinde.
  • HALKAZEN

    f. Kapı çalan, kapı halkasını vuran.
  • HALK-I CEDİD

    Ba'sü bade-l mevt, yeniden yaratılış. Yeniden yeniye tekrâren yaratılma. Ana karnındaki çocuğun, insan suretine inkılâb ettiği devre.
  • HALK-I DÜ CİHAN

    İki cihanın halkı. * Ölülerle diriler.
  • HALK-I EF'ÂL

    Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)(Ehl-i dalâlet ve bid'at fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var; zâhiri hiçbir fark yokken, ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum. Meselâ: Mu'tezile mezhebinde Zemahşerî gibi, İ'tizalde en müteassıb bir ferd olduğu halde, muhakkıkîn-i Ehl-i Sünnet, onun o şedit itirâzâtına karşı; onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir rah-ı necat onun için arıyorlar. Zemahşerî'nin derece-i şiddetinden çok aşağı Ebu Ali Cübbaî gibi Mu'tezile imamlarını, merdut ve matrud sayıyorlar. Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu. Sonra lütf-u İlâhî ile anladım ki: Zemahşeri'nin Ehl-i Sünnet'e itirâzâtı, hak zannettiği mesleğindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yâni, meselâ: Tenzih-i hakiki; onun nazarında, hayvanlar kendi ef'âline hâlik olmasiyle oluyor. Onun için, Cenab-ı Hakk'ı tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in halk-ı ef'âl mes'elesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdut olan sâir Mu'tezile imamları muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavânin-i Ehl-i Sünnet, onların dar fikirlerine yerleşemediğinden, inkâr ettiklerinden merdutturlar. M.)
  • HALK-I EZDAD

    Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.
  • HALK-I ŞER

    Şerrin yaradılışı.(İşte Mu'tezile bu sırrı anlamadıkları için "Halk-ı şer şerdir ve çirkinin icadı çirkindir." diye Cenab-ı Hakk'ı takdis için şerrin icadını ona vermemişler, dalâlete düşmüşler. M.)
  • HALL

    Çözme. Çözülme. Karışık bir mes'elenin içinden çıkma. * Anlayıp karar vermek. Neticelendirmek. * Susam yağı. * Ezmek. * Açmak. * Dühul etmek, girmek.
  • HALL

    Giren, dâhil olan. İnen.
  • HALL

    Sağlamlaştırmak. * Dostluk, sadâkat. * Fakir, hastalıklı, nahif insan. * Sirke.
  • HALL Ü AKD

    Çözme ve düğümleme. İdame etme. Müşkül mes'eleleri ve işleri halledip neticeye bağlama.
  • HALL Ü FASL

    Çözme ve ayırma. Açıklayarak bitirme. Bir mes'eleyi müsbet bir neticeye bağlama.
  • HALLAC

    Pamuk atan. Pamuğu didik didik eden.
  • HALLAC-I MANSUR

    Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
  • HALLAF

    Çok fazla yemin eden kimse.
  • HALLAK

    Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri (C.C.)
  • HALLAK

    İyi traş eden. Berber. * Hamal.
  • HALLAL

    Sirkeci, sirke yapan kimse.
  • HALLÂL

    Halleden, çare bulan, çözen.
  • HALLÂL-I MÜŞKİLÂT

    Zorlukları yenen, müşkülâtı halleden kimse.
  • HALLÂL-ÜL UKAD

    Düğümleri çözen. * Mc: Zorlukları yenen.
  • HALLAS

    Yakalıyan, tutan kimse.
  • HALLAT

    Yersiz ve münâsebetsiz sözler konuşan. * Ortalığı karıştıran.
  • HALLE

    Fakirlik. * Hâcet, ihtiyaç.* Kum içindeki yol ve gedik.
  • HALLEDALLAH

    Allah dâim ve bâki eylesin (meâlinde duâ).
  • HALLER

    Bakla.
  • HALLİ

    (Halliye) Sirke ile ilgili.
  • HALLİ

    Zengin, gani, malı mülkü çok olan. * Kuvvetli, kavi.
  • HALL-İ MES'ELE

    Mes'elenin halledilmesi.
  • HALL-İ MÜŞKİLÂT

    Müşkilâtın yenilmesi, zorlukların çözülmesi.
  • HALLİSNÂ

    Bizi halâs eyle, bizi kurtar (meâlinde duâ.)
  • HALLÜSİNASYON

    Lât. Tıb: Hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi görme ve işitme.
  • HALME

    Meme başı, meme tepesi.
  • HALS

    Bir şeyi soymak. Çalmak. Kapmak. * Dibinden taze yetişen çayırla karışık olan kuru çimen.
  • HALSAN

    Kişinin dostu, sevgilisi ve yâri.
  • HALT

    Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek.
  • HALTA

    Köpeklere takılan boyun halkası. Tasma.
  • HALTIYYAT

    Yersiz ve münasebetsiz sözler.
  • HALUB(E)

    Sağılan şey.
  • HALUF

    Sütün veya yemeğin bozulması.
  • HALUK

    İyi huylu. Güzel ahlâklı. İslâma yakışır ahlâkta olan. İnsâniyyetli.
  • HALUM

    Yaş peynir gibi olan koyu yoğurt.
  • HALVET

    Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
  • HALVETGÂH

    f. Tek başına oturup ibadetle vakit geçirilen yer. * Halvet yeri. Gizli olarak görüşülecek yer.
  • HALVETGÜZİDE

    (Halvetgüzin) f. Halveti, tenha bir yeri seçmiş olan kimse.
  • HALVETHANE

    f. Gizli ibadet yeri. * Gizli konuşup görüşmeye mahsus yer.
  • HALVETÎ

    Halvete müteallik, halvetle alakalı. * İbadet ve zikirlerini tenhada yapan bir tarikat adı. * Halvetiye Tarikatından olan kimse.