Tasavvufta, zikir esnasında daire şeklinde oturmak.
HALKAN
Yaradılışça, hilkatça.
HALKAVÎ
Halka şeklinde.
HALKAZEN
f. Kapı çalan, kapı halkasını vuran.
HALK-I CEDİD
Ba'sü bade-l mevt, yeniden yaratılış. Yeniden yeniye tekrâren yaratılma. Ana karnındaki çocuğun, insan suretine inkılâb ettiği devre.
HALK-I DÜ CİHAN
İki cihanın halkı. * Ölülerle diriler.
HALK-I EF'ÂL
Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)(Ehl-i dalâlet ve bid'at fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var; zâhiri hiçbir fark yokken, ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum. Meselâ: Mu'tezile mezhebinde Zemahşerî gibi, İ'tizalde en müteassıb bir ferd olduğu halde, muhakkıkîn-i Ehl-i Sünnet, onun o şedit itirâzâtına karşı; onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir rah-ı necat onun için arıyorlar. Zemahşerî'nin derece-i şiddetinden çok aşağı Ebu Ali Cübbaî gibi Mu'tezile imamlarını, merdut ve matrud sayıyorlar. Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu. Sonra lütf-u İlâhî ile anladım ki: Zemahşeri'nin Ehl-i Sünnet'e itirâzâtı, hak zannettiği mesleğindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yâni, meselâ: Tenzih-i hakiki; onun nazarında, hayvanlar kendi ef'âline hâlik olmasiyle oluyor. Onun için, Cenab-ı Hakk'ı tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in halk-ı ef'âl mes'elesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdut olan sâir Mu'tezile imamları muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavânin-i Ehl-i Sünnet, onların dar fikirlerine yerleşemediğinden, inkâr ettiklerinden merdutturlar. M.)
HALK-I EZDAD
Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.
HALK-I ŞER
Şerrin yaradılışı.(İşte Mu'tezile bu sırrı anlamadıkları için "Halk-ı şer şerdir ve çirkinin icadı çirkindir." diye Cenab-ı Hakk'ı takdis için şerrin icadını ona vermemişler, dalâlete düşmüşler. M.)
HALL
Çözme. Çözülme. Karışık bir mes'elenin içinden çıkma. * Anlayıp karar vermek. Neticelendirmek. * Susam yağı. * Ezmek. * Açmak. * Dühul etmek, girmek.
Çözme ve düğümleme. İdame etme. Müşkül mes'eleleri ve işleri halledip neticeye bağlama.
HALL Ü FASL
Çözme ve ayırma. Açıklayarak bitirme. Bir mes'eleyi müsbet bir neticeye bağlama.
HALLAC
Pamuk atan. Pamuğu didik didik eden.
HALLAC-I MANSUR
Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
HALLAF
Çok fazla yemin eden kimse.
HALLAK
Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri (C.C.)
HALLAK
İyi traş eden. Berber. * Hamal.
HALLAL
Sirkeci, sirke yapan kimse.
HALLÂL
Halleden, çare bulan, çözen.
HALLÂL-I MÜŞKİLÂT
Zorlukları yenen, müşkülâtı halleden kimse.
HALLÂL-ÜL UKAD
Düğümleri çözen. * Mc: Zorlukları yenen.
HALLAS
Yakalıyan, tutan kimse.
HALLAT
Yersiz ve münâsebetsiz sözler konuşan. * Ortalığı karıştıran.
HALLE
Fakirlik. * Hâcet, ihtiyaç.* Kum içindeki yol ve gedik.
HALLEDALLAH
Allah dâim ve bâki eylesin (meâlinde duâ).
HALLER
Bakla.
HALLİ
(Halliye) Sirke ile ilgili.
HALLİ
Zengin, gani, malı mülkü çok olan. * Kuvvetli, kavi.
HALL-İ MES'ELE
Mes'elenin halledilmesi.
HALL-İ MÜŞKİLÂT
Müşkilâtın yenilmesi, zorlukların çözülmesi.
HALLİSNÂ
Bizi halâs eyle, bizi kurtar (meâlinde duâ.)
HALLÜSİNASYON
Lât. Tıb: Hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi görme ve işitme.
HALME
Meme başı, meme tepesi.
HALS
Bir şeyi soymak. Çalmak. Kapmak. * Dibinden taze yetişen çayırla karışık olan kuru çimen.
HALSAN
Kişinin dostu, sevgilisi ve yâri.
HALT
Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek.
HALTA
Köpeklere takılan boyun halkası. Tasma.
HALTIYYAT
Yersiz ve münasebetsiz sözler.
HALUB(E)
Sağılan şey.
HALUF
Sütün veya yemeğin bozulması.
HALUK
İyi huylu. Güzel ahlâklı. İslâma yakışır ahlâkta olan. İnsâniyyetli.
HALUM
Yaş peynir gibi olan koyu yoğurt.
HALVET
Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
HALVETGÂH
f. Tek başına oturup ibadetle vakit geçirilen yer. * Halvet yeri. Gizli olarak görüşülecek yer.
HALVETGÜZİDE
(Halvetgüzin) f. Halveti, tenha bir yeri seçmiş olan kimse.
HALVETHANE
f. Gizli ibadet yeri. * Gizli konuşup görüşmeye mahsus yer.
HALVETÎ
Halvete müteallik, halvetle alakalı. * İbadet ve zikirlerini tenhada yapan bir tarikat adı. * Halvetiye Tarikatından olan kimse.