Kale ve tarla gibi yerlerin etrafına kazılan geniş ve derin çukur. Hendek.
HANDEK GAZVESİ
Peygamberimizin (A.S.M.) büyük muharebelerinden birisi olup, hicretin beşinci senesinde Şevval ayında vuku bulmuştur. Asıl muharebeyi uyandıranlar Beni Nadir kabilesi olup bunlar Kureyş ve Gatfan kabilelerini de davet etmekle hepsi birden Medine-i Münevvere'ye hücuma geçtikleri vakit, Hz. Resullulah Efendimiz Selman-ı Fârisî'nin (R.A.) reyiyle Medine'nin etrafına hendek kazılmasını emretti. Bu münasebetle Gazve-i Handek denmekle meşhur oldu. Muharebe bir ay kadar devam edip, nihayet Yahudilerle Kureyş arasına nifak düşmüş ve kâfirler şiddetli bir fırtınaya tutulup perişan bir halde dönmüşlerdir.
HANDEKÂR
f. Gülen, tebessüm eden, gülücü.
HANDEKÜNAN
f. Gülerek, güle güle.
HANDEMEŞHUN
f. Devamlı gülen. Çok gülen.
HANDEMU'TAD
f. Devamlı gülmeye alışmış olan, her zaman gülme alışkanlığı olan.
HANDEN
f. Okumak.
HANDENÜMA
f. Gülen.
HANDERİS
Eski şarap.
HANDERİZ
f. Gülüp duran, devamlı gülen.
HANDERUY
f. Mütebessim, güler yüzlü.
HANDEZEN
f. Gülen.
HANDİSTAN
f. Şaka, lâtife.
HANE
f. Ev, mesken, beyt. * Mat: Basamak, bölüm, göz. * Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir "ek" tir. "Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane" gibi.
HANE
Meyhane.
HANE BER-DUŞ
Evi omuzunda. Avare. Serseri.
HANEBERENDAZ
(Hâne ber-endaz) f. Ev yıkıcı.
HANEDAN
f. Soyca dindar ve asil âile. * Peygamber (A.S.M.) sülâlesi.
HANEF
İstikamet, doğruluk. * Ayak eğriliği. * Eğrilik, udûl.
HANEFÎ
Dört hak mezhepten birisi. Veya bu mezhepten olan kimse. (Bak: İmam-ı A'zam)
HANE-FÜRUŞ
f. Ev komisyoncusu, ev tellâlı.
HANE-GÎ
f. Evcil, evde beslenen. Evde bulunanlardan, evdekilerden.
HANE-GİR
f. Bir yeri mekân sayan kimse.
HANE-HARAB
f. Câhil, bilgisiz. * Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış. * Hâli perişan olmuş kimse. * Mc: Müflis, züğürt, sefil.
HANE-HUDA
f. Ev sahibi, sahib-ül beyt.
HANE-İ AVARIZ
Avarız ve bedel-i nüzul ve buna benzer vergiler ve tekâlifin toplanmasında tutulan ölçü. Buradaki hanenin, lügat mânası olan evle münasebeti yoktur. Kasabalar, köyler nüfuslarına ve emlâk ve arazilerinin miktar ve hâsılatlarına göre hane itibar edilir ve mahallî masraflarla sair vergiler ona göre tanzim edilirdi. Bu usul Tanzimat-ı Hayriyeye kadar devam etmiştir. (O.T.D.S.)
HANE-İ ÂYİNE
Her yanı birbirinin aynı olan oda, salon veya köşk.
HANE-İ DEVVAR
Dâim dönen, devreden hane. * Mc: Yıldız.
HANE-İ FERDA
Ahiret.
HANE-İ HUDA
Beytullah, Kâbe.
HANEK
Ağzın tavanı, damak.
HANE-KÜŞ
f. Mirasyedi, sefih.
HANEN
şevk. * Nefsin cima arzusu.
HÂNENDE
f. Okuyan, şarkı söyleyen.
HÂNENDE-GÂN
f. (Hânende. C.) Hânendeler, şarkı söyleyenler, şarkıcılar.
HÂNENDE-GÎ
f. Şarkıcılık, hânendelik.
HANES
Burnun uç tarafının biraz yüksek olup geri kısmının basık olması. * Sığır burnu.
HANE-SUZ
f. Ev yakıcı. * Mc: Gözü dışarda olan, kendi âilesini düşünmeyen kimse.
HANEŞ
(C.: Ahnâş) Avlanan haşere veya kuş. * Yılan.
HANEV
Eğmek. * Davar kösnemesi.
HANEZ
Mütegayyer olmak, değişmek. * Kokmak.
HANE-ZAD
f. Efendisinin evinde dünyaya gelmiş olan köle veya cariye çocuğu.