Fevkalâde, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey.
HARÎK-ZEDE
(C.: Harikzedegân) f. Yangından zarar görmüş kişi. Evi ve eşyaları yanmış kimse.
HARÎM
Saygısız, çekinmez. Kayıtsız kimse.
HARÎM
Herkesin giremiyeceği, dokunmıyacağı şey. Haram dairesi. * Şerik. * Bir kişinin olup, başkasının duhul ve taarruzundan masun yer. * Hacıların Mekke-i Mükerreme'de giydikleri libas.
HÂRİM
Fakir.
HARÎME
Bir kimsenin, istediği gibi kulanabilecek hakka sahib olduğu malı.
HARÎM-İ HÂSS
Büyük bir kimsenin kendi dairesi.
HARÎM-İ İSMET
Namus ocağı, mukaddes ocak. Kudsi âile yuvası.
HARİR
İpek. İpekten yapılmış. * Harâretli. Sıcak.
HARÎR
Su akarken çağlamak. * Yel eserken fışıldamak. * Horuldamak.
HARİRÎ
(Kasım bin Ali) (Mi: 1054-1122) Irak'ta doğdu. İnhitat (çöküş) devrinin ediblerindendir. "Makamat" adlı eseriyle şöhret bulmuştur. Bediüzzaman-ı Hemedanî'nin Makamları misal alınarak yazılmış elli makameyi (nutukları) ihtiva eder.
HARİRÎ
İpek eşya. * İpek tüccarı. * Bir nevi kâğıt.
HARİRİYE
Un ve süt ile yapılan bulamaç.
HARİS
Süngü demiri. * Soğuk olan şey.
HARİS
Son derece hırslı olan.
HARÎS
Bir şeye fazlası ile düşkün. Hırslı.
HÂRİS
Muhafız. Bekçi. * Gözcü. Himaye eden. Bekleyen.
HÂRİS
Eken, ekici. Çiftçi.
HARÎSA (HÂRİSA)
Yağmuruyla yer yüzünü süpürüp gideren bulut. * Kan çıkmayan azıcık baş yarığı.
HARÎSANE
f. Hırslıcasına. Çok haris olarak. Hırslılara mahsus bir tavırla.