Haşreden, toplayan. Cem'eden. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. Haşir meydanında bütün insanlar mübarek izlerinde haşr olup toplanacaklarından Delâil-i Hayrat'ta bu isimle mezkurdur. (Bak: Haşr)
HAŞİŞ
Esrar adı verilen "Hint keneviri"nin yaprağı. * Kuru ot.
HAŞİŞE
Ot.
HAŞİV
(Bak: Haşv)
HAŞİYE
Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz.
HAŞİYY
Kuru, yâbis.
HAŞİYYE
(C.: Haşâyâ) İçi dolmuş döşek. * Nihalî adı verilen sofra altı.
HAŞL
Herşeyin âdisi, bayağısı.
HAŞM
İncitmek. * Gadaplandırmak, hiddetlendirmek.
HAŞMET
(Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme. * Hiddet, kızgınlık. * Alçak gönüllülük.
HAŞMETLİ
(Haşmetlü) Tar: Haşmet sâhibi mânâsına gelir ve ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır.
HAŞMETMEAB
Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.
HAŞNA'
Saliha kadın.
HAŞR
(Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet. * Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekirdeğinden diriltilerek bütün insanların Haşir Meydanında toplanmaları. (Bak: Acb-üz Zeneb)(Surenin başında, küffar, Haşri inkâr ettiklerinden Kur'ân onları Haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemât eder; der: "Ayâ, üstünüzdeki semâya bakmıyor musunuz ki: Biz ne keyfiyyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir surette bina etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki; nasıl yıldızlarla, Ay ve Güneş ile tezyin etmişiz, hiç bir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki; zemini size ne keyfiyyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilâsından muhafaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz o yerde ne kadar güzel, rengâ-renk her bir cinsten çift hadrevâtı, nebâtâtı halkettik. Yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyyette sema cânibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hububatı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halkedip ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile, ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebâtatı, kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurucunuz da böyledir. Kıyamette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız." İşte şu âyetin isbat-ı haşirde gösterdiği cezalet-i beyaniye-ki, binden birisine ancak işaret edebildik - nerede, insanların bir dâva için serdettikleri kelimat nerede? S.) (Bak: Hudus)
HAŞR SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 59. suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
HAŞR U NEŞR
Toplanıp dağılmak, yayılmak.
HAŞRECE
Ölüm anında can çekişmekte olan bir kimsenin çıkardığı hırıltı.
HAŞREM
Kireç taşı. * Alçak dağ. * Arı.
HAŞRÎ
Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair.
HAŞR-İ A'ZAM
Kıyamet koptuktan sonraki en büyük haşir, içtimâ.
HAŞR-İ CİSMANÎ
Cisimle, cesedle dirilme. Bedenlerin ve vücudların haşri. (Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve cennetle ne alâkası var? Madem, ruhun âli lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismaniyye için bir haşr-ı cismanî neden icabediyor?Elcevab: Çünki: Nasıl, toprak; suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır... fakat, masnuat-ı İlâhiyyenin bütün envaına menşe' ve medar olduğundan bütün anâsır-ı sairenin mânen fevkine çıktığı gibi.. hem kesafetli olan nefs-i insaniyye: sırr-ı câmiiyyet itibariyle, tezekki etmek şartiyle bütün letâif-i insaniyyenin fevkine çıktığı gibi.. öyle de, cismaniyyet en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı Esmâ-i İlâhiyyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rızk zevkinde envâ-i mat'umat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem, ekser Esmâ-i İlâhiyyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir. Hem, gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidatlar, yine cismaniyettedir. Madem şu kainatın Sânii, şu kâinatta bütün hazâin-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmâsını bildirmek ve bütün enva-ı ihsânatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyyetinden, Onbirinci Söz'de isbat edildiği gibi kat'i anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-ı a'zamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedisi olan dar-ı saadet, şu kâinata bir derece benziyecektir. Hem cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve O Sâni-i Hakîm ve o Âdil-i Rahim; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıt bir hâlet olur ki, hiç bir cihetle Onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir; kabil-i tevfik olamaz. S.)
HAŞR-İ EMVÂT
Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.
HAŞŞ
Girmek, dühul etmek.
HAŞŞ
Kat'etmek, kesmek. * Toplamak, cem'etmek. * Davara ot vermek. * Ateş yakmak.
HAŞŞAB
Ağaçtan anlayan. * Ağaç satan.
HAŞŞAK
Bir nehir ismi.
HAŞŞAŞ
Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen.
HAŞUR
Her malın değerini bilip aldanmayan tâcir.
HAŞUŞ
Abdesthane, helâ, tuvalet.
HAŞV
(Haşiv) (C.: Ahşâ) Tıb: Vücudun içindeki uzuvlardan her birisi. * Minder, yastık gibi şeylerin içini dolduran pamuk, kuru ot. * Kırılması ihtimali olan eşyanın arasına konan yumuşak, ot gibi şey. * Edb: İbarede lüzumsuz söz bulunması, aynı mânada iki kelimeyi yanyana söylemek: Ahd ü peymân, vakt ü zaman, ferid ü yektâ... gibi.
HAŞV
Hurmanın kötüsü.
HAŞVÎ
Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan. * Haşve benziyen.
HAŞV-İ KABİH
Edb: Söze çirkinlik veren kelime fazlalığı.
HAŞV-İ MELİH
Söz arasında ikinci bir kelime veya cümle ile ikinci derecede bir mâna ifade etmek.
HAŞV-İ MÜFSİD
Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.
HAŞVİYYAT
Söz arasında, lüzumsuz, fazladan olan sözler.
HAŞYET
Korku ve dehşet.
HAŞYETEN
Ürkerek, korku ile.
HAŞYETEN LİLLAH
Allah için korku.
HAŞYETULLAH
Allah korkusu.
HAT
f. Çaylak kuşu.
HATA
Yanlışlık. Yanılma. * Suç. Günah.
HATA
Yarış atlarının sekizincisi.
HATA
Kuzey Çin.
HATA'
Saçak bükmek.
HATA ENDER HATA
Kusur içinde kusur. Hatâ içinde hata.
HATA SAVAB CETVELİ
Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)
HATAB
(Hatb) Odun. * Kinaye olarak "Dedikodu, nemime" ye de odun denilir.