H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HAŞİN

    Korkak, korkan.
  • HAŞİN

    Kırıcı, kalb kırıcı. Sert, katı.
  • HÂŞİR

    Haşreden, toplayan. Cem'eden. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. Haşir meydanında bütün insanlar mübarek izlerinde haşr olup toplanacaklarından Delâil-i Hayrat'ta bu isimle mezkurdur. (Bak: Haşr)
  • HAŞİŞ

    Esrar adı verilen "Hint keneviri"nin yaprağı. * Kuru ot.
  • HAŞİŞE

    Ot.
  • HAŞİV

    (Bak: Haşv)
  • HAŞİYE

    Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz.
  • HAŞİYY

    Kuru, yâbis.
  • HAŞİYYE

    (C.: Haşâyâ) İçi dolmuş döşek. * Nihalî adı verilen sofra altı.
  • HAŞL

    Herşeyin âdisi, bayağısı.
  • HAŞM

    İncitmek. * Gadaplandırmak, hiddetlendirmek.
  • HAŞMET

    (Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme. * Hiddet, kızgınlık. * Alçak gönüllülük.
  • HAŞMETLİ

    (Haşmetlü) Tar: Haşmet sâhibi mânâsına gelir ve ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır.
  • HAŞMETMEAB

    Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.
  • HAŞNA'

    Saliha kadın.
  • HAŞR

    (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet. * Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekirdeğinden diriltilerek bütün insanların Haşir Meydanında toplanmaları. (Bak: Acb-üz Zeneb)(Surenin başında, küffar, Haşri inkâr ettiklerinden Kur'ân onları Haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemât eder; der: "Ayâ, üstünüzdeki semâya bakmıyor musunuz ki: Biz ne keyfiyyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir surette bina etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki; nasıl yıldızlarla, Ay ve Güneş ile tezyin etmişiz, hiç bir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki; zemini size ne keyfiyyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilâsından muhafaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz o yerde ne kadar güzel, rengâ-renk her bir cinsten çift hadrevâtı, nebâtâtı halkettik. Yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyyette sema cânibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hububatı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halkedip ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile, ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebâtatı, kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurucunuz da böyledir. Kıyamette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız." İşte şu âyetin isbat-ı haşirde gösterdiği cezalet-i beyaniye-ki, binden birisine ancak işaret edebildik - nerede, insanların bir dâva için serdettikleri kelimat nerede? S.) (Bak: Hudus)
  • HAŞR SURESİ

    Kur'an-ı Kerim'in 59. suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
  • HAŞR U NEŞR

    Toplanıp dağılmak, yayılmak.
  • HAŞRECE

    Ölüm anında can çekişmekte olan bir kimsenin çıkardığı hırıltı.
  • HAŞREM

    Kireç taşı. * Alçak dağ. * Arı.
  • HAŞRÎ

    Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair.
  • HAŞR-İ A'ZAM

    Kıyamet koptuktan sonraki en büyük haşir, içtimâ.
  • HAŞR-İ CİSMANÎ

    Cisimle, cesedle dirilme. Bedenlerin ve vücudların haşri. (Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve cennetle ne alâkası var? Madem, ruhun âli lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismaniyye için bir haşr-ı cismanî neden icabediyor?Elcevab: Çünki: Nasıl, toprak; suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır... fakat, masnuat-ı İlâhiyyenin bütün envaına menşe' ve medar olduğundan bütün anâsır-ı sairenin mânen fevkine çıktığı gibi.. hem kesafetli olan nefs-i insaniyye: sırr-ı câmiiyyet itibariyle, tezekki etmek şartiyle bütün letâif-i insaniyyenin fevkine çıktığı gibi.. öyle de, cismaniyyet en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı Esmâ-i İlâhiyyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rızk zevkinde envâ-i mat'umat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem, ekser Esmâ-i İlâhiyyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir. Hem, gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidatlar, yine cismaniyettedir. Madem şu kainatın Sânii, şu kâinatta bütün hazâin-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmâsını bildirmek ve bütün enva-ı ihsânatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyyetinden, Onbirinci Söz'de isbat edildiği gibi kat'i anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-ı a'zamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedisi olan dar-ı saadet, şu kâinata bir derece benziyecektir. Hem cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve O Sâni-i Hakîm ve o Âdil-i Rahim; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıt bir hâlet olur ki, hiç bir cihetle Onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir; kabil-i tevfik olamaz. S.)
  • HAŞR-İ EMVÂT

    Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.
  • HAŞŞ

    Girmek, dühul etmek.
  • HAŞŞ

    Kat'etmek, kesmek. * Toplamak, cem'etmek. * Davara ot vermek. * Ateş yakmak.
  • HAŞŞAB

    Ağaçtan anlayan. * Ağaç satan.
  • HAŞŞAK

    Bir nehir ismi.
  • HAŞŞAŞ

    Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen.
  • HAŞUR

    Her malın değerini bilip aldanmayan tâcir.
  • HAŞUŞ

    Abdesthane, helâ, tuvalet.
  • HAŞV

    (Haşiv) (C.: Ahşâ) Tıb: Vücudun içindeki uzuvlardan her birisi. * Minder, yastık gibi şeylerin içini dolduran pamuk, kuru ot. * Kırılması ihtimali olan eşyanın arasına konan yumuşak, ot gibi şey. * Edb: İbarede lüzumsuz söz bulunması, aynı mânada iki kelimeyi yanyana söylemek: Ahd ü peymân, vakt ü zaman, ferid ü yektâ... gibi.
  • HAŞV

    Hurmanın kötüsü.
  • HAŞVÎ

    Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan. * Haşve benziyen.
  • HAŞV-İ KABİH

    Edb: Söze çirkinlik veren kelime fazlalığı.
  • HAŞV-İ MELİH

    Söz arasında ikinci bir kelime veya cümle ile ikinci derecede bir mâna ifade etmek.
  • HAŞV-İ MÜFSİD

    Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.
  • HAŞVİYYAT

    Söz arasında, lüzumsuz, fazladan olan sözler.
  • HAŞYET

    Korku ve dehşet.
  • HAŞYETEN

    Ürkerek, korku ile.
  • HAŞYETEN LİLLAH

    Allah için korku.
  • HAŞYETULLAH

    Allah korkusu.
  • HAT

    f. Çaylak kuşu.
  • HATA

    Yanlışlık. Yanılma. * Suç. Günah.
  • HATA

    Yarış atlarının sekizincisi.
  • HATA

    Kuzey Çin.
  • HATA'

    Saçak bükmek.
  • HATA ENDER HATA

    Kusur içinde kusur. Hatâ içinde hata.
  • HATA SAVAB CETVELİ

    Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)
  • HATAB

    (Hatb) Odun. * Kinaye olarak "Dedikodu, nemime" ye de odun denilir.