Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten Allah (C.C.) (Bak: İsm-i A'zam)
HAYZ
(C.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.)
HAYZA
Tıb: Kolera denilen hastalık.
HAYZERAN
Halk dilinde hezâren denilen bir cins sıcak iklim kamışı ki, sandalye vs. yapımında kullanılır.
HAYZERANE
Gemi durak yeri, iskele, liman.
HAYZERÎ (HAYZELÎ)
Dura dura yürümek.
HAYZEYUN
Yaşlı, acûz, ihtiyar.
HAYZUM
(C.: Hayazim) Göğüs tahtası.
HAZ'
Muhalefet etmek. * Taksim etmek, bölmek, paylaştırmak.
HAZA
Bu. Şu. O. * Gr: İşaret zamiri.
HAZA'
Kesme, yarma, ameliyat.
HAZA'
Asmacık denilen otun tohumu. (Sara hastalarına iyi gelir.)
HAZAB
Odun. * Yakacak nesne.
HAZABÎ
(Hizbâ. C.) Arızalı topraklar, engebeli yerler.
HAZAD
Yaş ağaçtan kesilmiş budak ve diken.
HAZAFİR
(Hizfâr - Hazfur. C.) Cânibler. * Bir kavmin meşhurları, ileri gelenleri, şereflileri. * Hepsi. Tümü. Mecmu'u.
HAZAİN
(Hazine. C.) Hazineler.
HAZAİN-İ MEDFUNE
Gömülü hazineler.
HAZAİR
(Hazire. C.) Duvar veya çitle çevrilmiş ağıl. * Etrafı duvarla çevrili olan mezarlıklar.
HAZAKAT
İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.
HAZAL
Selem ağacının kökünden çıkan bir nesne ki, suda ıslatıp yerler.
HAZALAN
(Bak: Hizlân)
HAZAM
Sür'atle yürümek, hızla yürümek.
HAZAMA'
Kulağı enine yarılmış keçi.
HAZAMİ
Güzel kokulu bir ot.
HAZAN
Güz. Sonbahar. * Solgun.
HAZANDİDE
f. Güz mevsimini görmüş, yaprakları sararmış solmuş.
HAZANE
Mc: Gönül, kalb, yürek.
HAZANGÂH
f. Hazan yeri. * Dünya. Göçecek âlem.
HAZANÎ
f. Sonbahar ile alâkalı, güz mevsimine ait.
HAZANİSTAN
f. Sonbahar görmüş, sararıp solmuş yer.
HAZANLİKA
f. Soluk yüzlü, sararmış, solmuş. Hazân yüzlü.
HAZANNÜMA
f. Sonbahar görünüşlü. * Mc: Hüzün ve keder verici.
HAZANRESİDE
f. Sonbahara erişmiş, solup sararmış.
HAZAR
Sulh zamanı. Barış zamanı. * Bir kimsenin huzuru, yakını. * Mukim olmak. Yolcu olmamak.
HAZAR
Tahta ve kereste kesmeğe mahsus su ile işler büyük bıçkı.
HAZAR
Bir şeyi bir kimseye vermeyip men ve hacr etmek.
HAZAR VE SEFER
Barış ve muharebe zamanı. * Evde mukim olma ve yolculuk.
HAZARET
(Bak: Hadâret)
HAZARÎ
Köyde ve kasabalarda yaşayanların yaşayış şekli ve tarzlarına ait. Şehirli. * Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı.
HAZAZ
Yosun.
HAZAZE
Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.
HAZB
Yetişmek.
HAZB
Boyamak.
HAZB
Hayvanın memesi şişip emziğinin deliklerinin dar olması. * Ucuz olmak.