H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HEYD

    Depretmek. * Zahmetli olmak.
  • HEYDEB

    Yere yakın olan bulut.
  • HEYDEBÎ

    Atın bir çeşit yürümesi.
  • HEYECAN

    Birden bire şiddetle hislenme. Ürperme. * Coşkunluk. Coşmak.
  • HEYEF

    İnce belli olmak.
  • HEYELAN

    Toprak kayması.
  • HEYEMAN

    (Heym) Şaşkınlık. Tutkun olmak, âşıklık.
  • HEY'ET

    Şekil. Suret. Görünüş. * Birlik teşkil eden şahısların mecmuu. * Gök ve yıldız ilmi. Astronomi. * Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti.
  • HEY'ET-İ ASLİYE

    Aslındaki şekil ve suret.
  • HEY'ET-İ A'YÂN

    Senato. * Mertebesi yüksek ve itibar edilenlerin heyeti.
  • HEY'ET-İ HÂKİME

    Hâkimler hey'eti.
  • HEY'ET-İ İÇTİMAİYE

    İçtimaî heyet. Topluluğa âit heyet. Toplantı heyeti.
  • HEY'ET-İ MECMUA

    Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.
  • HEY'ET-İ TEMSİLİYE

    Temsil hey'eti. * Tar: Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini alan cemiyetin nizamnamesi iktizasınca seçilen şahıslardan teşekkül etmiş olan hey'et. (6 Ağustos 1919)
  • HEY'ET-İ UMUMİYE

    Umumi hey'et. Bir şeyin teferruatları nazara alınmadan olan umumi durumu.
  • HEY'ET-İ VEKİLE

    Vekiller hey'eti, icra vekileri hey'eti. Bakanlar Kurulu. Başbakanın riyaset ettiği heyet.
  • HEY'ETŞİNAS

    f. Astronomi bilgini. Sema ve ecramın ahvâline vâkıf olan.
  • HEYF

    Sıcak rüzgâr.
  • HEYG

    Çoğaltmak.
  • HEYHA

    Deveyi yulafa çağırmak.
  • HEYHAT

    Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.
  • HEYÎ

    f. Varlık, madde.
  • HEYKEL

    Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli. * Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide. * Mc: Soğuk ve duygusuz kimse. * Güzel ve yakışıklı kişi.
  • HEYKELTRAŞ

    Heykel yapan kimse.
  • HEYL

    Dökmek. * Bir şeyi ölçüsüz def'etmek.
  • HEYLELE

    Lâ ilâhe illâllah demek.
  • HEYLEMAN

    Çok, kesir.
  • HEYLULET

    (Bak: Haylulet)
  • HEYM

    (Heyemân) Şaşkınlık. * Âşık olma, tutkun olma. * Yüzü yere koymak.
  • HEYMERE

    Koca avret. İhtiyar kadın.
  • HEYN

    (Heyyin) Kolay. Rahat. * Vakar. Sükunet.
  • HEYNE

    Tıb: Kolera hastalığı.
  • HEYNEME

    (C.: Heynem) Gizli ses.
  • HEYR

    Rüzgâr adı. * Sağlam ve sert taş.
  • HEYRA'

    Korkak, ahmak kimse.
  • HEYREA

    Çoban düdüğü. * Meyyitin kabrine toprak dökmek.
  • HEYRUN

    Bir nevi hurma.
  • HEYS

    Yürümek.
  • HEYS

    Atâ etmek, vermek, bağışlamak. * Hareket.
  • HEYSAM

    Arslan. * Kısa boylu kişi.
  • HEYSAR

    Arslan.
  • HEYSEM

    Toy kuşunun yavrusu. * Tavşancıl yavrusu. * Akbaba yavrusu. * Kurt eniği.
  • HEYŞ

    Hareket. * Davar sağmak. * Fitne. * Iztırab, acı.
  • HEYŞE

    (C.: Heyşât) Husumet, hasımlık. * Çekişmek, nizâ etmek.
  • HEYŞER

    Ot. * Ağaç.
  • HEYŞUR

    Ot. * Ağaç.
  • HEYTAL

    Tilki.
  • HEYTALE

    (C.: Heyâtıl) Helva kazanı.
  • HEYTELEK

    Gel mânasınadır.
  • HEY'UA

    Kusmak, kay. * Yavaşlık.