Yüzde olan dağ ve nişân. * Davarın ayağında ve uyluğunda yapılan işâret.
HIBAZET
Ekmek yapma mesleği, ekmekçilik.
HIBB
Bahadırlık, kahramanlık. * Gammazlık.
HIBB
Muhabbet. * Habib. Yoldaş.
HIBBE
Hımhım otunun tohumu.
HIBHER
Galiz, kaba.
HIBIK
Uzun, tavil. * Hızlı yürüyüşlü at.
HIBK
Yellenmek.
HIBNE
(C.: Hıben) Büyük çıban.
HIBRAK
Yellenme.
HIBRE
Tecrübe etmek, denemek, sınamak.
HIBRE (HABRE)
(C.: Hıber-Hıberât) Yemeni, alaca renkli bez.
HIBSE
Yaramaz, habis nesne.
HIBTE
Azıcık süt. * Bir içim su.
HIBVE (HUBVE)
(C.: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut. * Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak. * Bele takılan şey.
HICCE
(C.: Hıcec) Bir kere haccetmek. * Sünnet.
HIÇKIRIK
t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması. * Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.
HIDA'
Hile.
HIDAC
Eksik, noksan.
HIDANE
(Bak: Hızane)
HIDARE
Oturma, ikamet.
HIDEB
şişman gövdeli kimse.
HIDEMAT
(Bak: Hidemat)
HIDEMM
Bahşişi çok olan kimse.
HIDÎV
f. Vezir, âsaf. * Kral nâibi. * Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine ilk olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu olan İsmail Paşa'ya verdi. (8/6/1867) İsmail Paşadan sonra oğlu Tevfik Paşa, daha sonra da Abbas Hilmi Paşa, Mısır Hıdîvi oldular. Mısır hıdîvleri protokol bakımından şeyhülislâm ve sadrazam ile aynı derecede idiler.
HIDÎVÂNE
f. Bir vezire veya Mısır hıdîvine yakışır şekil ve surette.
HIDK
Kesmek. * İhâta etmek, kaplamak, içine almak.
HIDN
Koltuk altından yan başına varana kadar, kucak. * Nahiye. * Canip, taraf.
HIDR
Mâni, engel. * Perde, hâil.
HIDRELLEZ
(Hıdırellez) Rumi Nisan ayının 23. gününe verilen addır. Bu tarih 6 Mayıs'a tekabül eder. Doğrusu Hızır ve İlyas'tır.