(Hadenk) f. Kayın ağacı. * Kayın ağacından yapılmış ok.
HADER
Uyuşma.
HADER-İ UMUMÎ
Bütün vücudu kaplayan uyuşukluk.
HADERNAK
Örümcek.
HADES
Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal. * Pislik.
HADES
(Hads) Sür'atle idrak etmek. Zan ve tahmin eylemek. Fikrini, re'yini bildirmek. Bir sözün mâna ve mefhumunda, bir hususun vaz' ve üslubunda başka tarz tasavvur eylemek. (Bak: Hads)
HADESAN
Şanssızlık, kısmetsizlik, talihsizlik. * Kaza.
HADESAT
(Hades. C.) Hadesler. Pislikler. (Bak: Hades)
HADES-İ ASGAR
Fık: Taharet-i suğra ile, yani yalnız abdest ile giden taharetsizlik hali. Bevletmek, kan gelmek sebebi ile hasıl olan hades gibi.
HADES-İ EKBER
Fık: Taharet-i kübra ile, yani gusül abdesti ile giderilen taharetsizlik halidir.
HADEYAN
Yelmek.
HADF
Yürüme hızı.
HADI'
Alçaltıcı. * Gönül alçaklığı ve huzu ile muttasıf.
HADIL
Yumuşak taze ot. * Islanmış, nemlenmiş.
HADIM AĞASI
(Bak: Hâdim ağası)
HADINE
Süt nine.
HADIR
Tembel, uyuşuk, uyumuş.
HADIYD
(Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer. * Dağ eteği. Zir. Alçak yer. * Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer seyyarelerin güneşin merkezinden en uzak oldukları bir nokta.
HADİ'
Hileci, aldatıcı. * Bozuk, fena.
HADÎ
Birinci. * Mazluma yardım eden. * Deveyi şarkı söyleyerek süren.
HÂDÎ
Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidayet yolunu gösteren. Hidayete, doğruluğa eriştiren. Önde giden.
HADÎ AŞER
Onbirinci.
HADÎA
Davarın karnından gelen ses.
HADÎA
(C.: Hadâyi') Ustalıklı bir şekilde aldatma, oyun yapma.