Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.
Sed. Hâil. * Çare. * Maslahat ve hayırlı işlerde tedbirli ve tecrübeli olmak. * Aldatacak tarz ve tedbir. Fend. Mekir. Dabara. * Zeval ve intikal. * Sahtekârlık, yalancılık, düzenbazlık.
HİLEBAZ
f. Hileci, yalancı, düzenbaz, oyuncu.
HİLE-İ ŞER'İYE
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumun ve mes'elenin kanuni ve şer'i hal çaresini bulmak demektir. Buna, mahlâs-ı şer'i (Şer'i kurtuluş) da denir. (O.S.)
HİLEKÂR
f. Hileci, hilebâz.
HİLEKÂRANE
f. Hilekârcasına, hile yapanlar gibi.
HİLEKÂRÎ
f. Hilekârlık.
HİLEPERDAZ
f. Hile yapan, hileci.
HİLESAZ
f. Oyuncu, düzenbaz, hileci.
HİLF
(C.: Ahlâf) Sözleşme, söz verme. * Yardımlaşma, dayanışma. Birlik maksadıyla ittifak.
HİLHAL
(C.: Helâhil) Hallacın bezi iyi dokuması. * Seyrek kalbur.
Helâl. Yapılması günah olmayan. * Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
HİLLE
İstasyon, durak.
HİLLET
(C.: Hillel - Hilâl) Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk. En güzel takdir edici ve samimi arkadaşlık. * Kılınç gediği. * Nakışlı deri. * Ağızda bâki kalan dişler. * Dişler arasında kalan yemek artığı.
HİLLET
Bir yere konup istirahat eden cemaat. * Yorgunluk. Kırgınlık. * Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.