H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HİSREME

    Üst dudağın ortasında olan daire.
  • HİSS

    Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
  • HİSSE

    Pay. Nasip. Kısmete düşen kısım. Vârise intikal eden kısım.
  • HİSSE SENEDİ

    Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak.
  • HİSSEÇİN

    f. Hisse alma, pay alma.
  • HİSSEDAR

    Hisse sâhibi, hissesi olan.
  • HİSSE-İ MÜFREZE

    Fık: Bir toprağın taksiminde vârislerden her birisinin hissesine isabet eden yer.
  • HİSSE-İ ŞÂYİA

    Fık: Müşterek bir malın her bir cüz'üne sirayet eden hisse, pay. * Ortaklar arasında taksim edilmemiş olan müşterek mal. Meselâ: Bir kitaba, bir kaç kişi ortak ve taksim de mümkün değil ise; her hissedarın kitabın umumuna sahip olması.
  • HİSSEMEND

    f. Hisseli olan. Pay alan, nasipli. * Ders alan.
  • HİSSEN

    His itibariyle, duygulanarak, hislenerek.
  • HİSSET

    Cimrilik. Bahillik. Tamahkârlık. * Alçaklık.
  • HİSSEYAB

    f. Hisselenen. Faydalanan. Hisse alan.
  • HİSSÎ

    Duyguya ait, hisse müteallik. Ruhen ve kalben anlaşılan. Aklı muhakeme ile olmayıp his ile olan.
  • HİSS-İ KABL-EL VUKU'

    Bir şeyi vukuundan önce hissetmek.
  • HİSS-İ SÂDİS

    Altıncı hiss, altıncı duygu.(Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-ı iman. Fikr ile dimağ, bekçi-i iman) (Lemaat. dan)
  • HİSS-İ SELİM

    Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi. * Sağlam ve insanı yanıltmayan his.
  • HİSSİYAT

    Duygular. Hisler.(İnsanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecâzi, biri hakiki. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızk cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir, bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyâya medâr olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakiki mal olan a'mâl-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikiye inkılâb eder.Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmiyen bir şey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakiki inada, yâni hakta şiddetli sebata inkılâb eder.İşte şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabiyle istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe,' hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda te'sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yâni, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki : "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz. "Hem nasihat te'sir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.M.)
  • HİSSİYAT-I HAFİYYE

    Gizli hisler, duygular.(Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mâyesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş. Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. R.N.)
  • HİSSİYAT-I MÜTEVARİSE

    Geçmiş ecdaddan yeni nesle intikal edip gelen hisler. (Hürmet ve hayâ hisleri gibi)
  • HİSSİYAT-I ULVİYE

    Yüksek hisler, ulvi duygular.
  • HİSSİYET

    Duygululuk, hissîlik.
  • HÎŞ

    (C.: Hişân) f. Akraba. Aynı soydan olan.
  • HİŞAM

    Kırmak. * Kesmek.
  • HÎŞAN

    (Hîş. C.) f. Akrabalar. Aynı sülâleden olanlar.
  • HİŞAŞ

    İçinde ot olan çuval.
  • HÎŞAVEND

    f. Akraba, soysop.
  • HÎŞAVENDÂN

    (Hîşâvend. C.) f. Akrabalar, soysoplar.
  • HİŞDAR

    f. Temizlik kurallarına çok sadık olan ve riayet eden adam.
  • HİŞİN

    Kokmuş tuluk.
  • HİŞMET

    Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak. * Gadap ve şiddet. Hiddet.
  • HİŞNE

    Kin tutmak. * Çirkin ve pis kokmak.
  • HİŞT

    Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
  • HÎŞTEN

    f. Kendi.
  • HÎŞTENDAR

    f. Kendine iyi bakan, sağlığını koruyan.
  • HİŞVE

    Yaramaz kimse. * Çok rezil kimse.
  • HÎT

    Devekuşu sürüsü.
  • HİTAB

    Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma. (Bak: Fasl-ı hitab)
  • HİTABE(T)

    Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek. * Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.
  • HİTABEN

    Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek.
  • HİTABET BERATI

    Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe okuyamazlardı.)
  • HİTABİYYAT

    Hitabolunarak söylenen sözler.
  • HİTAFE

    Çağırmak.
  • HİTAM

    Son, nihayet. * Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek.
  • HİTAMPEZİR

    f. Biten, hitâm bulun, sona eren, nihayet eren.
  • HİTAMUHU MİSKÜN

    Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir. dersin veya sohbetin sonunda okunması ile söze nihayet verilmesi gibi.
  • HİTAN

    Erkek çocuğun sünnet edilmesi. * Tenasül uzvunun sünnet yeri.
  • HÎTAN

    (Hâit. C.) Duvarlar. Mânialar, hâiller, engeller. * Avlular.
  • HİTANET

    Sünnetçilik.
  • HİTAR

    Saçma söz, mânâsız kelâm.
  • HİTL (HETL)

    Yorgun deve. * Yağmurun aralıksız olarak yağması. * Sürekli olarak gözyaşı akmak.