(Kevn. den) İdi, oldu...mânasında, fiilin geçmiş zamanı.
KANEF
Kulağın küçük ve kalın olması.
KANEME
Kir. * Yağdan gelen pis koku.
KANEŞVERE
Hayız görmez kadın.
KANFA
Kulakları küçük ve kaba olan kadın. (Müz: Aknef)
KANFAŞ
Yaşlı, ihtiyar.
KANFESE
Tesbih böceği.
KANGREN
Yun: Canlı vücudun belirli bir kısmında hücrelerin ölmesiyle meydana gelen bir hastalık.
KANH
Suyu içip kandıktan sonra başını kaldırmak.
KÂN-I KEREM
Kerem, lütuf ve ihsan menbaı.
KÂN-I MERHAMET
Merhamet kaynağı.
KANIS
Avcı.
KANIT
(Bak: Delil)
KANIT
Ümidi tamamen sönmüş. Ye'se düşmüş, ümitsiz, kederli, hüzünlü.
KANİ'
(A, uzun okunur) Kanaat eden. Kendinde olan helâla razı olup, başkasının hiçbir şeyine göz dikmeyen. * Kanmış. İnanmış. Tatmin olmuş.
KÂNİ
(Kinaye. den) Dokunaklı ve iğneli söz söyleyen. Kinayeli konuşan.
KANİB
İnsan topluluğu.
KANİF
İnsan cemaati. * Çok yağmur ve bulut. * Geceden bir parça.
KÂNİF
Udul eden, dönen, yoldan çıkan.
KANİSA
(C.: Kavânıs) Taşlık denilen ve kuşlarda olan bir organ.
KANİT
(A, uzun okunur) (Kunut. dan) Kunut ve duâ eden. * İtaatlı. * Sükût eden.
KANİTÎN
Kunut ve duâ edenler. Allah'a itaat ve ibadet edenler.
KÂNİZ
Defneden, gömen.
KANKAL
Büyük kile.
KANKANE
Yol göstermek.
KANKARİS
Börek.
KÂNKEN
f. Madenci. Maden kazıcısı.
KANNAD
şeker yapan, şekerci.
KANNAS
Avcı, seyyad.
KANNİS
Avcı, av.
KANNUR
Başı büyük kişi.
KANS
Av. Av avlama.
KANSA
(Kuşlarda) Kursak.
KANTAR
Ağırlık ölçüsü âleti. * Binikiyüz dinar, onikibin okiyye, yüz okiyye gibi hudutsuz bir vezindir. * Kırk okka.
KANTARA
Taştan yapılan, kemerli büyük köprü.
KANTARİYYE
Kantar ücreti. Tartma parası.
KANTİN
Fr. Kışla, fabrika, mekteb gibi yerlerde bakkal veya aşcı dükkânı.
KANU'
Kanaat sâhibi. Kanaatkâr, kanaatli. Hakkına razı olan.
KANUN
(C.: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar. * Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.
KÂNUN
Ocak. Ateş yanan yer. Zaman. * Kış mevsimi. * Sakil, ağır adam. * Kış mevsiminin ilk iki ayı. * Mangal. Soba.
KANUNEN
Kanuna göre. Kanunca. Kanuna uyarak. Kanun yolu ile.
KANUNİ
Kanuna dâir. Kanuna ait. * Avrupavâri kanuna vesile olan Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman'ın bir nâmı. (Bak: Sultan Süleyman Han)
KANUNİYET
Kanunluluk. Kanun haline gelmek.
KANUNNAME
f. Kanun kitabı. Anayasa.
KANUNŞİNAS
f. Kanun ve nizam koyan, kanunun inceliklerini bilen.
KANUN-U ASKERÎ
Askerlik kanunu.
KÂNUN-U DEHA
Dehâ kaynağı. Dehâ ocağı, akıl, zekâ kaynağı.
KANUN-U ESASÎ
Temel kanun. Temel ve esasa ait kanun. Bir bünyenin aslını ve mahiyetini teşkil eden kanun. (Bak: Teşkilât-ı esasiye)