İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.
KAYYİME
Müstakim, âdil. Çok değerli.
KAYYUM
(Kıyâm. dan) Camilerde iş gören kimse. Cami hademesi.
KAYYUM
Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.(... Sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcudatı ademden çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada $ sırrıyla durdurup, kıyam ve beka verip, umumunu böyle sırr-ı kayyumiyetin tecellisine mazhar eyliyor. Eğer bu nokta-i istinad olmazsa; hiçbir şey kendi başıyla durmaz. Hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek.Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücudları ve kıyamları ve bekaları cihetinde Kayyum-u Zülcelâl'e dayanıyorlar; kıyamları onunladır... Öyle de, mevcudatın keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin; (temsilde hata olmasın) telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı kayyumiyette $ sırriyle, uçları bağlıdır. Eğer o nurani nokta-i istinada dayanmazlarsa, ehl-i akılca muhâl ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek; belki, mevcudat adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ: Bu şey (hıfz veya nur veya vücud veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır; bu da ötekine; o da ona... gitgide herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak.İşte bütün böyle silsilelerin müntehâları; elbette sırr-ı kayyumiyettir. Sırr-ı kayyumiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve mânâsı kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı kayyumiyete bakar. L.)
KAYYUMİYET
Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu, dâimî mevcudiyeti, bâkiliği. (Bak: Kayyum)
KAYZ
Yaz mevsiminin en sıcak zamanları.
KA'Z
Keçi ve sığırın, ağacın başını çekip kendine eğmesi.
Şehvet ihtiyacını gidermek. Cinsî münasebet (ki, insanlar arasında nikâh olmadıkça haramdır.)
KAZAK
Her kavmin askerliğe, akın ve çapula ayrılmış efradı. * Çarlık Rusyasında ayrıca bir sınıf teşkil eden sipahiye benzer süvari askeri.
KAZAL
(C: Kuzul-Akzile) Başın arka tarafı.
KAZAM
şey.
KAZAN (KEVZÂN)
Semiz şişman kimse.
KAZAN KALDIRMAK
t. Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı. (O.T.D.S.)
KAZANFER
(Bak: Gazanfer)
KAZAR
Kirlenme, pislenme.
KAZARA
f. Kazâ olarak. Rastlayarak.
KAZARET
Murdarlık, necâset, pislik, pis olma hâli.
KAZASKER
İlmiye mesleğinin en yüksek mertebelerinden biri. Lügat mânası asker kadısı, ordu kadısı demektir. Osmanlılarda Kazaskerliğin ihdası Sultan I.Murat zamanındadır. İlk Kazasker de "Çandarlı Kara Halil"dir.
KAZAYA
(Kaziye. C.) Kaziyeler. Hükümler.
KAZAYA-YI MAKBULE
(Bak: Kaziye-i makbule)
KAZAZ
Ufak taş. * Döşek üstünde olan toprak. * Toz toprak bulaşmaz nesne.
KAZA-ZEDE
Kazaya uğramış, başına felâket gelmiş.
KAZB
Çok nikâh.
KAZB
Kesmek. * Yonca otu.
KAZBE
(C: Kuzub) Yonca otu.
KÂZE
Uyluk dibi.
KAZEF
Irak, baid, uzak.
KAZEİN
Fr. Sütte bulunan albüminli maddeler.
KAZEL
Çok fazla aksaklık. (Müe: Kazlân)
KAZEM
Bütün bütün yutmak. * Asılsızlık.
KAZEM
Tez, seri, acele.
KAZER
Nezafetsizlik, temiz olmamak.
KAZEZ
Pire.
KAZF
Atmak. İftira atmak. Ehl-i namus bir kadına zina isnad etmek. Buna "kazf-ı muhsenat" da denir. (Bak: Kebair)