K Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • KAYTUN

    (C.: Kayâtin) Hazine. Kiler. Ziyâfethâne.
  • KAYTUS

    Bir yıldız kümesi.
  • KAYY

    Fakirlik.
  • KAYYIM

    İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.
  • KAYYİME

    Müstakim, âdil. Çok değerli.
  • KAYYUM

    (Kıyâm. dan) Camilerde iş gören kimse. Cami hademesi.
  • KAYYUM

    Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.(... Sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcudatı ademden çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada $ sırrıyla durdurup, kıyam ve beka verip, umumunu böyle sırr-ı kayyumiyetin tecellisine mazhar eyliyor. Eğer bu nokta-i istinad olmazsa; hiçbir şey kendi başıyla durmaz. Hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek.Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücudları ve kıyamları ve bekaları cihetinde Kayyum-u Zülcelâl'e dayanıyorlar; kıyamları onunladır... Öyle de, mevcudatın keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin; (temsilde hata olmasın) telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı kayyumiyette $ sırriyle, uçları bağlıdır. Eğer o nurani nokta-i istinada dayanmazlarsa, ehl-i akılca muhâl ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek; belki, mevcudat adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ: Bu şey (hıfz veya nur veya vücud veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır; bu da ötekine; o da ona... gitgide herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak.İşte bütün böyle silsilelerin müntehâları; elbette sırr-ı kayyumiyettir. Sırr-ı kayyumiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve mânâsı kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı kayyumiyete bakar. L.)
  • KAYYUMİYET

    Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu, dâimî mevcudiyeti, bâkiliği. (Bak: Kayyum)
  • KAYZ

    Yaz mevsiminin en sıcak zamanları.
  • KA'Z

    Keçi ve sığırın, ağacın başını çekip kendine eğmesi.
  • KAZ'

    Kesmek. * Kahretmek. * Çiğnemek. * Fuhşiyat söylemek. Sövmek.
  • KÂZ

    (Gâz) f. Makas.
  • KAZA

    Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ. * Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak. * Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. * Hâkimlik, hâkimin hükmü. * İstemeden yapılan zarar. * Hükmeylemek, hüküm. * Bir şeyi birbirine lâzım kılmak. * Beyan eylemek. * Ahdini yerine getirmek. * Ödemek, edâ etmek. * İcab. * Ölüm. (L.R.) * Şeriat hâkimi olan Kadı'nın hükümetinin hududu olan memleket. (Yâni, eskiden bir hâkimin şeriat şeriat namına da'valara baktığı memlekete "kaza merkezi" denirdi.)Fık: İnsanlar arasında vuku bulan dâva ve muhasamayı şer'î hükümler dairesinde fasletmek, halletmek.(Fetvanın kazadan farkı, mevzuu âmdır; gayr-i muayyendir, hem mülzim değil. Kaza ise; muayyen ve mülzimdir.)
  • KAZA'

    Çocukların başını traş edip, bazı yerlerinde kısım kısım saç bırakmak.
  • KAZAA

    Bulut parçası.
  • KAZAB

    Katılık, şiddet.
  • KAZABE

    Kesinti. Bağ ağacından ve diğer ağaçtan kesilen parçalar.
  • KAZAEN

    Kaza olarak, tesadüfen. İstemiyerek. Bilerek değil. Beklenmedik halde.
  • KAZAET

    Ayıp, âr. * Fesad.
  • KAZAHA

    (Kazâ. dan) Kazalar. İlçeler. Kaymakamlık idareleri.
  • KAZAÎ

    Kaza ile alâkalı. Hüküm vermeğe ait.
  • KAZA-İ HÂCET

    İhtiyacını gidermek. * Büyük abdest bozmak.
  • KAZA-İ ŞEHVET

    Şehvet ihtiyacını gidermek. Cinsî münasebet (ki, insanlar arasında nikâh olmadıkça haramdır.)
  • KAZAK

    Her kavmin askerliğe, akın ve çapula ayrılmış efradı. * Çarlık Rusyasında ayrıca bir sınıf teşkil eden sipahiye benzer süvari askeri.
  • KAZAL

    (C: Kuzul-Akzile) Başın arka tarafı.
  • KAZAM

    şey.
  • KAZAN (KEVZÂN)

    Semiz şişman kimse.
  • KAZAN KALDIRMAK

    t. Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı. (O.T.D.S.)
  • KAZANFER

    (Bak: Gazanfer)
  • KAZAR

    Kirlenme, pislenme.
  • KAZARA

    f. Kazâ olarak. Rastlayarak.
  • KAZARET

    Murdarlık, necâset, pislik, pis olma hâli.
  • KAZASKER

    İlmiye mesleğinin en yüksek mertebelerinden biri. Lügat mânası asker kadısı, ordu kadısı demektir. Osmanlılarda Kazaskerliğin ihdası Sultan I.Murat zamanındadır. İlk Kazasker de "Çandarlı Kara Halil"dir.
  • KAZAYA

    (Kaziye. C.) Kaziyeler. Hükümler.
  • KAZAYA-YI MAKBULE

    (Bak: Kaziye-i makbule)
  • KAZAZ

    Ufak taş. * Döşek üstünde olan toprak. * Toz toprak bulaşmaz nesne.
  • KAZA-ZEDE

    Kazaya uğramış, başına felâket gelmiş.
  • KAZB

    Çok nikâh.
  • KAZB

    Kesmek. * Yonca otu.
  • KAZBE

    (C: Kuzub) Yonca otu.
  • KÂZE

    Uyluk dibi.
  • KAZEF

    Irak, baid, uzak.
  • KAZEİN

    Fr. Sütte bulunan albüminli maddeler.
  • KAZEL

    Çok fazla aksaklık. (Müe: Kazlân)
  • KAZEM

    Bütün bütün yutmak. * Asılsızlık.
  • KAZEM

    Tez, seri, acele.
  • KAZER

    Nezafetsizlik, temiz olmamak.
  • KAZEZ

    Pire.
  • KAZF

    Atmak. İftira atmak. Ehl-i namus bir kadına zina isnad etmek. Buna "kazf-ı muhsenat" da denir. (Bak: Kebair)
  • KAZF (KAZÂFE)

    (C.: Kızâf) İncelik, zayıflık.