Yatsı veya sabah namazlarında ayakta okunan duâ. İbadet. Duâ. Taat. Şükür eylemek. * Namazda dünya kelâmından imsak eylemek, yani kendini tutup konuşmamak.(Kunut, birşeye o suretle devam ve mülâzemet edip durmaktır ki, taat, huşu, sükut, kıyam mânalarını tazammun eder ve lisanımızda, divan durmak tâbir edilir. Bunun için kunut taattir, kunut tul-i kıyamdır, kunut sükuttur, kunut huşu ve hafd-ı cenah ve sükun-ı etraftır diye çeşitli nokta-i nazardan târif edilmiştir. Bir hadis-i şerifte "Efdal-üs salâti tul-ül kunut" buyurulmuştur ki, kıyam demektir. Binaenaleyh namazda kıyam ve kıraeti, duayı veya huşu ve sükutu uzatmağa da kunut denilir. E.T.)
KUNV
(C: Kınân-Kınyân-Aknâ) Üzerinde hurması olan hurma salkımının çöpü.
KUNYAN (KINYÂN)
Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.
KUNYE (KINYE)
Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.
KUNZUA
(C: Kanâzı') Çakıl taşı. * Tıraş edilmiş başın üstünde bırakılan bir tutam saç.
KÛPAL
f. Gürz. Demir topuz.
KÛR
(C.: Kûrân) f. Kör, âmâ.
KURA
(Karye. C.) Karyeler, köyler, kasabalar.
KUR'A
Talih denemek maksadı ile çekilen kapalı pusla veya fal açma.
KURA'
İbâdet eden.
KURAA
Kalem kesintisi. Kalem yongası.
KURAB
(Kurbet. C.) Yakınlar, akrabalar.
KÛRABE
f. Kubbeli mezar, türbe.
KURAD
(C: Kırdân-Ekride) Kene adı verilen böcek.
KURAKIR
Güzel sesli kimse.
KUR'AN
Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığını ve hikmetlerini beyan eder. Başıboşluk ve serserilikten kurtarıp ibâdet ve taata, emniyet ve nizâma ve saadete sevkeder ve insanın ebedi selametine vesile olur. * Lugat mânasına göre Kur'ân: Tilâvet, okumak, cem' ve zammolunmuş, okunmuş mânâlarına gelir. Fürkan, Zikir, Hüdâ, Hitab, Kitab, Mushaf, Nur, Necm, Hüdâ, Mev'iza, Aziz, Besâir, Bürhan...gibi elli beş kadar isimle de anılır. (Bak: Kelâmullah)
KÛRÂN
(Kur. C.) f. Körler. âmâlar.
KÛRÂNE
f. Körcesine.
KUR'AN-I HAKÎM
Hakim olan Kur'an-ı Kerim. Hakim: Hikmetli, hikmet sâhibi, yahut çok hâkim ve muhkem mânalarına gelir.
KUR'AN-I MU'CİZ-ÜL BEYAN
Beyan ve ifadesi mu'cize olan Kur'an.(Kur'an: Şu kitâb-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedisi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri... ve zeminde ve gökde gizli Esmâ-i İlâhiyenin mânevi hazinelerinin keşşâfı.. ve sutur-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı.. ve âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisanı... S.)(-Kur'an-ı Kerim-, bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden ve dünyâyı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe; ve semâ, misbahlariyle süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mâzi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temaşa eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuunatın iki tarafı birleşmiş, ittisal peyda etmiş bir surette, bir zaman-ı hâzır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır.Nasıl bir usta, bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder, proğramını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar; Kur'an dahi, şu kâinatı yapan ve idâre eden ve işlerinin listesini ve fihristesini tabir câiz ise, proğramını yazan, gösteren bir Zâtın beyanına yakışır bir tarzdadır. Hiç bir cihetle eser-i tasannu ve tekellüf görünmüyor. Hiç bir şâibe-i taklid veyâ başkasının hesâbına ve onun yerinde kendini farzedip konuşmuş gibi bir hud'anın emaresi olmadığı gibi, bütün ciddiyetiyle, bütün safvetiyle, bütün hulusiyle sâfi, berrak, parlak beyânı, nasıl gündüzün ziyâsı, "Güneşten geldim" der. Kur'ân dahi," Ben Hâlık-ı Âlem'in beyanıyım ve kelâmıyım" der. Evet şu dünyâyı antika san'atlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerle dolduran ve san'atperverâne ve nimetperverane şu derece san'atının acibeleriyle şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravâri tanzim eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sâni', bir Mün'imden başka şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyâyı dolduran ve zemini bir zikirhâne, bir mescid, bir temaşagâh-ı san'at-ı İlâhiyeye çeviren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan kime yakışır ve kimin kelâmı olabilir? Ondan başka kim ona sâhib çıkabilir? Ondan başka kimin sözü olabilir? Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'an, Şems-i Ezelî'den başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin? Onun taklidini yapsın?Elhak, bu dünyayı san'atlarıyla zinetlendiren bir san'atkârın, san'atını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldır. Mâdem ki, yapar ve bilir, elbette konuşur. Mâdem konuşur, elbette konuşmasına yakışan Kur'andır. Bir çiçeğin tanziminden lâkayd kalmayan bir Mâlik-ül Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayd kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi? S.)(Kur'an-ı Hakim yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu ve der idi ki: "Şu Kur'anın Muhammed-ül Emin gibi bir ümmiden nazirini yapınız ve gösteriniz. Haydi bunu yapamıyorsunuz, o zât ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. Haydi bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zât olmasın, bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin, hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin. Haydi bununla da yapamıyacaksınız, eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp, Kur'anın nazirini gösteriniz, yapınız. Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur'anın mecmuuna olmasın da, yalnız on Suresinin nazirini getiriniz. Haydi on Suresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden asılsız kıssalardan terkib ediniz. Yalnız nazmına ve belâgatına nazire olsun getiriniz. Haydi bunu da yapamıyorsunuz, bir tek suresinin nazirini getiriniz. Haydi Sure uzun olmasın, kısa bir Sure olsun, nazirini getiriniz. Yoksa, din, can, mal, iyalleriniz; dünyada da âhirette de tehlikeye düşecektir..." M.)(Amerikalı Filozof Karlayl (Carlyle) şöyle diyor: Kur'anı bir kerre dikkatle okursanız, O'nun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur'anın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur'anın başlıca hususiyyetlerinden biri, (O'nun asliyyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre Kur'an serâpa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği dâvet, hak ve hakikattır. İ.İ.)
KURARE
Çömlek içindeki yemek piştikten sonra yanmasın diye içine konulan su.
KURAT
Fitil ucundan yanmış yer.
KURÂ-YI MÜTECÂVİRE
Komşu köyler.
KURAZ (KARİZA)
Isırgan otu.
KURAZE
Altun ve gümüş kırıntısı. * Kumaş parçaları.
KURB
Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.) * Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.
KURBAN
Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey. * Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan. * Bir maksad uğrunda feda olma. * Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.
KURBET
Yakınlık. * Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih.
KURB-İ DERECE
Ölen bir kimseye yakınlık derecesi.
KURB-İ HÜDÂ
Allah'a manevî yakınlık.
KURB-İ MESÂFE
Yer, mekân yakınlığı.
KURBİYYET
Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak. (Bak: Akrebiyyet)(Sahabelerin kurbiyet-i İlâhiyye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünki: Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve herşeyden daha ziyade yakındır. Biz ise, ondan nihayetsiz uzağız. O'nun kurbiyetini kazanmak iki surette olur.Birisi: Akrebiyetin inkişafiyledir ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.İkinci Suret: Bu'diyetimiz noktasında kat-ı meratib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr-i sülûk-u velâyet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî bu suretle cereyan ediyor. İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kesbî değil, incizabdır, cezb-i Rahmânidir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaib hârikaları çok ise de, kıymetçe, kurbiyyetçe evvelkisine yetişemez. Meselâ: Nasıl ki dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var. Birincisi: Zamanın cereyanına tâbi olmıyarak, bir kuvvet-i kudsiye ile, fevkaz-zaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir. İkincisi: Bir sene kat'-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp, düne gelmektir; fakat, yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor. Öyle de, zâhirden hakikata geçmek iki suretledir. Biri: Doğrudan doğruya hakikatın incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikatı, ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi: Çok merâtibden seyr-i süluk suretiyle geçmektir. Ehl-i velâyet, çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öldürürler. Yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki, sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesire ile, ubudiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra, ubudiyet-i evliya besatet peyda eder. S.)
KÛR-BOĞAZ
f. Obur, körboğaz.
KURBUK
Mevzi ismi. * Yardım. * Dükkân.
KURDAH
Maymun.
KÛRDİL
f. Câhil. Gönlü kör.
KURDUH
Maymun. * Küçük karınca.
KÛRE
f. Demirci ocağı. Kuyumcu ocağı. * Küre.
KURENA
Bir padişâhın yakınında bulunan ve onun sohbetine iştirak edenler. Yakınlar. Arkadaşlar.
KURENG
f. Al at.
KUREVÎ
(Kurâ. dan) Köylü. Köye âit, köye dâir.
KUREYŞ
Kökü Hz. İbrahim'e (A.S.) dayanan, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in de (A.S.M.) mensub olduğu Arab kabilesi.
KUREYŞ SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 106. Suresidir. Liilâfi Suresi de denir. Mekkîdir.
KUREYŞÎ
Kureyş kabilesinden olan. Kureyş'e mensub.
KUREYZA
Medine-i Münevvere yakınında Yahudi taifesinden bir kavim.