K Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • KÜFİYYUN

    Eski arabça âlimlerinin ayrıldığı iki büyük şubeden biri olup diğerine Basriyyun denirdi. (O.L.)
  • KÜFNE

    Ağaç, şecer.
  • KÜFR

    Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür. * Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık. * Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak. * Nankörlük, dinsizlik, günah, kaba ve ayıp söz. (Bak: Kebâir - Kâfir)
  • KÜFR Ü DALAL

    Kafirlik ve sapıklık. Dinsizlik.
  • KÜFRAN

    Nankörlük etmek. Allah'ın ihsan ve inayetine mukabil teşekkür etmeyip fiilen veya kavlen inkâr etmek.
  • KÜFRAN-I Nİ'MET

    Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği ni'metleri bilmemek ve hürmetsizlikte bulunmak. (Bak: Tahdis-i ni'met)(Bazan tevâzu, küfrân-ı ni'meti istilzâm ediyor; belki küfrân-ı ni'met olur. Bazan da tahdis-i ni'met iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi ki, ne küfrân-ı ni'met çıksın ne de iftihar olsun. Meziyyet ve kemalâtları ikrâr edip, fakat temellük etmiyerek, Mün'im-i Hakikinin eser-i in'âmı olarak göstermektir. M.)
  • KÜFR-İ CUHUDÎ

    Kalb ve dil ile ikrar etmemektir. (şeytan gibi)
  • KÜFR-İ İNADÎ

    İnadî dinsizlik, inadî küfür. Hakikat isbat edildiği halde yine imana gelmemek. Bilip de kabul etmez olmak.
  • KÜFR-İ İNKÂRÎ

    Aslâ Cenab-ı Hakk'ı tanımayıp, İslâmiyet hakikatlarını ikrar ve tasdik etmemektir. (Evet küfr, mevcudatın kıymetini ıskat ve mânasızlıkla ittiham ettiğinden; bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i esmayı inkâr olduğundan; bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudatın vahdaniyete olan şehadetlerini reddettiğinden; bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan; istidad-ı insâniyi öyle ifsad eder ki: Salâh ve hayrı kabule liyakati kalmaz. Hem, bir zulm-ü azimdir ki: Umum mahlukatın ve bütün esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği; küfrün adem-i afvını iktiza eder. S.)(Deniliyor : Deve kuşuna demişler : "Kanatların var, uç!" O da kanatlarını kısıp, "Ben deveyim" demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler; "Mâdem deveyim diyorsun, yük götür!" O zaman kanatlarını açıvermiş. "Ben kuşum" demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş... Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş. Aynen onun gibi; kâfir, Kur'anın semâvi ilânatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: "Madem mevt ve zevali, bir idam-ı ebedi biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde... Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?" O adam, Kur'anın umumi vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: "Mevt idam değil, ihtimal beka var." Veyahud, deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!.Elhasıl : O meşkuk küfür vasıtasiyle deve kuşu gibi mevt ve zevali, idam mânâsında gördüğü vakit, Kur'an ve semâvi kitabların iman-ı bil'âhiret'e dair kat'i ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: "Mâdem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniyye meşakkatini çekmek gerektir!" O adam şekk-i küfri cihetiyle der: "Belki yoktur; yok için neden çalışayım." Yâni: Vaktâ ki o hükm-ü Kur'anın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedi âlâmından kurtulur ve meşkuk küfrün verdiği ihtimâl-i adem cihetiyle tekâlif-i diniyye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır, zannediyor. Çünki; tekâlif-i diniyyenin zahmetinden ihtimâl-i küfri ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimâl-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü, gayet sathi ve faidesiz ve muvakkattır. L.)
  • KÜFR-İ MEŞKUK

    Küfürde ve itikatsızlıkta şüpheli olma.
  • KÜFR-İ MUTLAK

    Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.(Bir müslüman bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düşer. Çünkü başka dinlerin icmallerine mukabil İslâmiyette tam izahat verilmiş. Rükünler birbiriyle zincirlenmiş. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen bir müslüman, Allahı da (sıfatıyla) daha tanımaz ve âhireti bilmez. Bir müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir özür kalmıyor. Adeta akıl, kabulde mecbur oluyor. S.)
  • KÜFR-İ NİFAKÎ

    Dil ile imanı ikrar edip kalb ile itikad etmemektir.
  • KÜFRİYYAT

    Küfre sebep olan işler ve sözler.
  • KÜFUF

    (Keff. C.) Avuçlar, el ayaları.
  • KÜFÜRBAZ

    f. Küfür sözü söyleyen. Ahlâksız. Küfrü âdet edinmiş olan.
  • KÜFÜV (KÜFV)

    şerik. Nazir, akran, denk, eş, benzer, misil. Hemtâ. (Bak: Kefâet)
  • KÜFYE

    Ancak geçinebilecek kadar olan yiyecek.
  • KÜH

    (Bak: Kûh)
  • KÜHBE

    Kırmızılığa yakın olan beyaz renk.
  • KÜHEN

    f. Eski, zamanı geçmiş. Demode olmuş. Yıpranmış.
  • KÜHENPİR

    f. Yaşı ilerlemiş. Çok yaşlı, ihtiyar.
  • KÜHENSÂL

    f. Yaşlanmış, ihtiyarlamış, kocamış. Eskimiş.
  • KÜHEYLAN

    Cins arab atı. (Gözü sürmelidir.)
  • KÜHHAN

    (Kâhin. C.) Kâhinler, falcılar.
  • KÜHİSTAN

    f. Dağlık yer, dağı çok olan mevki.
  • KÜHKÜM

    Oturak yeri kemiği.
  • KÜHL

    Sürme. Göz için sürme boyası.
  • KÜHLE

    Sığırdili denilen ot.
  • KÜH-SAR

    f. Dağ tepesi. Dağlık.
  • KÜHUF

    (Kehf. C.) Mağaralar.
  • KÜHUL

    (Kehl. C.) Orta yaşlı kişiler. Olgun kimseler.
  • KÜHULET

    Orta yaşlılık. (35-40 yaş arası) Olgunluk çağı. Bazılarına göre: Yirmibir ile altmış yaşa kadar olan insanın hayat devresi. Veya otuz ile elli arası.
  • KÜHURE

    Yüzünü pörtürmek.
  • KÜLA

    Kuş kanadının sonunda olan dört telek.
  • KÜL'A

    Devenin arkasında olur bir hastalık. * Koyun sürüsü.
  • KÜLAE

    Tehir etmek, sonraya bırakmak.
  • KÜLAH

    Takke. Kalpak. Baş örtüsü. * Kazıkların toprağa girmesini kolaylaştırmak için uçlarına geçirilen huni şeklindeki demir gömlek.
  • KÜLALE

    f. Çiçek demeti. * Kıvrım kıvrım olan saç. Kıvırcık saç. Bukle.
  • KÜLAM

    Kaba, muhkem ve sağlam yer.
  • KÜLBE

    f. Kulübe.
  • KÜLBE(T)

    Sıkıntı, zorluk, ıztırab. Şiddet. * İki sahtiyan arasına konup dikilen kırmızı kayış.
  • KÜLÇE

    Eritilip tasfiye olunmamış veya topraktan çıkartıldığı gibi bulunan maden. * Büyük parça şeklinde dökülmüş maden.
  • KÜLEF

    (Külfet. C.) Külfetler, zahmetler, sıkıntılar, zorluklar. * Merâsimler.
  • KÜLENG

    f. Turna kuşu.
  • KÜLFET

    Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak. * Merâsim.
  • KÜLHAN

    f. Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer.
  • KÜLHANİ

    f. Serseri, çapkın, âvâre.
  • KÜLİÇE

    f. Külçe.
  • KÜLİÇE-İ NÜHAS

    Bakır külçesi.
  • KÜLKÜL (KÜLKÂL)

    Kısa boylu bodur adam.