f. Dayak, kötek. * Dövme, vurma. * şiddetle çarpma.
LET'
Atmak. * Doğurmak. * Cima etmek.
LETAC
Vahşi sığır, yabani sığır.
LETAFET
Hoşluk, lâtiflik. * Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. * Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
LETAİF
Lâtif duygular. (İman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki; bir yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkisam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hakeza.. letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. M.)
LETAİF-İ AŞERE
On lâtif duygu. On adet lâtifeler.(Letaif-i aşere; İmam-ı Rabbani, kalb, ruh, sır, hafi, ahfa, insanda anasır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasib bir lâtife-i insaniye tabir ederek, seyr ü sülukta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvalinden icmalen bahsetmiş. Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i camlasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letaif var. Onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükema ve ulema-i zahiri dahi o letaif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahire, havass-ı hamse-i batına diye o letaif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hatta avam ve havas beyninde taarüf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letaif-i aşeresi ile münasebettardır. Meselâ vicdan, a'sab, his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letaifi kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letaif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letaifden başka saika, şaika ve hiss-i kabl-el vuku gibi çok letaif var. R.N.)
LETB
Gitmek. * Devretmek. * Bir şeyden ayrılmayıp, ona bağlanmak.
LETEYYA
Büyük emir.
LETF
Sık olmak. * Bahçede ağaçların sık bitmesi. * Yaraşıklı olmak.
Gr: (Şart edâtı) Dahâ ziyade, olsa bile (manâsına gelir.) "İnne" gibi mâzi mânâsını muzariye çevirmeyip aksine muzâriyi de mâziye çevirir. Temenni edâtı ve vasıl edâtı olur. Meselâ : Lev-câe Aliyyun leraeytühu: Ali gelse idi, elbette görürdüm.
İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde. * Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.
LEVAZIMAT
(Levazım. C.) Lüzumlu maddeler.
LEVBAN
Siyah taşlı yer.
LEVC
Ağız içinde lokma veya başka bir şeyi döndürüp çevirme.
LEVCA'
Hâcet, ihtiyaç.
LEVEAT
(Lev'a. C.) Sevgiden ve mecazî aşktan gelen iç yanıklıkları. Yürekten gelen acılar.
LEVEND
(Levent) f. Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir isim. Asker. * Mc: Boylu boslu, yakışıklı, çevik kimse.
LEVENDÂN
(Levend. C.) f. Leventler, askerler.
LEVENDÂNE
f. Leventçesine, hızla, süratle.
LEVG
Ağızda bir cismi çiğneyip sonra dışarı tükürmek. * Yalamak.
LEVH
Görünen ibretli manzara. * Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. * Seyredilen yerin çizili sureti. * Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey. * Şimşek çakmak. * Susamak. * Zâhir olmak. * Çalıp almak.
LEVHA
Üzerinde yazı veya resim bulunan, duvara asılacak kâğıt. * Bir sayfanın üzerindeki kalın yazı.
LEVH-İ HÂTIR
Hâfıza.
LEVH-İ KAZÂ VE KADER
Kader ve kazanın levhası, yani: Olmuş ve olacak her bir şeyin ilm-i İlâhîdeki vücudları; yani, ilmen mevcudiyyetleri.(Alem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mevcudatın dahi mânen hayatdar bir vücud-u mânevileri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, levh-i kaza ve kader vasıtası ile o mânevi hayatın eseri, mukadderât nâmı ile görünür, tezahür eder. L.)
LEVH-İ MAHFUZ
Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
LEVH-İ MAHV
Mahvolma levhası, bir şeyin harab oluşu ve yıkılışını gösteren manzara.
LEVH-İ MAHV VE İSBAT
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz. Bu hale mahv diyoruz. Kudret-i İlâhî ile tekrar aynı eski hale gelmesi, havanın yağmurlu, bulutlu, şimşekli manzarasına dönmesi keyfiyyetine de İsbât diyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın tekrar mahlukatı dirilteceğine bir işâret olarak bu vaziyete de İsbat deniyor, Cenab-ı Hak levhayı yazıyor, bozuyor.(...Hem zihayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek ve nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi, âdetâ bir hikmete binâen "levh-i mahv ve isbat" ve yazar, ifâde eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle, Senin faaliyyet-i kudretine işâret ve Senin vücuduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinle bulutlardan sağıp zihayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri, kelimeleriyle, Senin vüs'at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder!... Ş.)
LEV'-İ GARÂM
Aşk ile, sevgi ile yanma.
LEVİD
f. Çok büyük tencere. Kazan.
LEVÎSE
Çeşitli topluluklardan bir yere toplanmış olan kimseler.