M Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • MANSUBÎN

    (Mansub. C.) Memuriyette bulunanlar. Hizmette olanlar.
  • MANSUR

    Yardım edilen, yardım görmüş. * Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
  • MANSURİYYET

    Allah'ın (C.C.) yardımıyla muvaffak ve muzaffer olma, başarma.
  • MANSUS

    Nass ile sâbit kılınmış. Âyetle tesbit edilmiş. İzhar ve beyan edilmiş. * Kur'anda açıkça anlatılmış.
  • MANŞET

    Fr. Bir gazetede ilk sayfanın en üst kısmındaki büyük puntolu başlık. * Bir gömleğin kol kısmına geçirilen ve elbisenin kolundan dışarı çıkan kumaş parçası.
  • MANTIK

    (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
  • MANTIKAN

    Mantığa göre. Mantıkça.
  • MANTIKÎ

    Mantıka dâir. Aklî ve müsbet olan düşünce, fikir. Mantık kaidelerine uygun.
  • MANTIKÎ KIRÂET

    Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okumaktır.
  • MANTIKİYYÂT

    Mantıkla alâkalı mes'eleler.
  • MANTIKİYYUN

    Mantıkla uğraşanlar. Mantık âlimleri.
  • MANTUH

    Boynuzlu hayvan tarafından yaralanan veya öldürülen.
  • MANTUK

    Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. " Şu kitabı satın aldım", sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır. * Söz, nukut, mânâ, mefhum.
  • MANYATİZMA

    Birisinin bâzı hareketleri ile başkası üzerinde uyuşukluk verici te'sir. (Bak: İpnotizma)
  • MANYETİK

    (Bak: Magnetik)
  • MANZAM

    (C.: Menâzım) Sıra, dizi.
  • MANZAR

    (Manzara) (Nazar. dan) Bakılan yer, görülen yer. Görünüş.
  • MANZARA

    Dışarıyı görecek pencere.
  • MANZARANÎ

    Gösterişli ve güzel adam.
  • MANZAR-I ÂLÂ

    En yüksek bakış yeri. Kudsi ve en yüksek manzara. Cennet manzarası, arş-ı azam.
  • MANZAR-I ÇEŞM

    Gözbebeği.
  • MANZARÎ

    Güzel, gösterişli ve yakışıklı adam.
  • MANZUD

    Sık yetişmiş ağaç. * Üstüste istif edilmiş.
  • MANZUM

    Ölçülü, mizanlı, tertibli. * Vezni ve kafiyesi olan söz. Edebi ölçüsü olan sözler. (Kaside ve şiirler gibi). * Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş.
  • MANZUMAT

    Manzumeler.
  • MANZUME

    Tertibli, ölçülü yazı, şiir. Vezinli ve kafiyeli olan söz. * Sıra, dizi. Sistem.
  • MANZUME-İ ŞEMSİYE

    Güneş sistemi, güneş ve etrafında dönen seyyâreler topluluğu.(Şu kâinatın lâmbası olan güneş, kâinat Sânii'nin vücuduna ve vahdâniyyetine güneş gibi parlak ve nurani bir penceredir. Evet, manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber oniki seyyare: Cirmleri, küçüklük - büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri, uzaklık - yakınlık noktasında pek çok mütefâvit ve sür'at-i hareketleri, çok mütenevvi' olduğu halde kemal-i intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar şaşırmıyarak hareketleri ve deveranları ve güneş ile, câzibe kanunu tâbir edilen bir kanun-u İlâhi ile bağlanmaları, yâni onlar imamlarına iktidaları, büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlâhiyyeyi ve Vahdâniyyet-i Rabbâniyyeyi gösterir. Çünki: O câmid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede intizam ve mizan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettiğini kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre miktar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki, kâinatı dağıtacak. Çünki: Bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına sebebiyet verir, başkaları ile müsademe etmesine yol açar. Küre-i arzdan bin def'a büyük cirmlerle müsademenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin.Manzume-i şemsiyenin, yâni şemsin me'mumları ve meyveleri olan oniki seyyarenin acâibini ilm-i muhit-i İlâhiye havale edip, yalnız gözümüzün önünde seyyaremiz bulunan arza bakıyoruz. Görüyoruz ki: Bu seyyaremiz bir azamet-i şevket-i Rububiyyeti ve haşmet-i saltanat-ı Uluhiyyeti ve kemâl-i rahmeti ve hikmeti gösterir bir surette Güneşin etrafında, emr-i Rabbâni ile - Üçüncü Mektupta beyan edildiği gibi - pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ve seyahat, ona ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbâniye olarak acâib-i masnuât-ı İlâhiye ile doldurulmuş ve zişuur ibâdullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş. Ve evkat ve hesabı bildirecek saat akrebi gibi, Kamer dahi dakik hesaplarla azim hikmetlerle ona takılmış ve o Kamere başka menzillerde ayrı seyr ve seyahat verilmiş. İşte bu mübarek seyyaremizin şu halleri, küre-i arz kuvvetinde bir şehadetle, bir Kadir-i Mutlak'ın vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat eder. Mâdem şu seyyaremiz böyledir. Manzume-i şemsiyeyi ona kıyas edebilirsin. Hem Şemse, kendi mihveri üstünde cazibe denilen mânevi ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi, bir Kadir-i Zülcelâl'in emriyle döndürüp, o seyyaratı o mânevi iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyaratı ile saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür'atle, bir tahmine göre "Herkül Burcu" tarafına veya Şems-üş-şümus cânibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed Sultanı olan Zât-ı Zülcelâl'in kudretiyle ve emriyledir. Güya haşmet-i Rububiyyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i şemsiye ordusu ile bir manevra yaptırır. S.)
  • MANZUR

    Görülen, bakılan, nazar edilen. * Beğenilen.
  • MANZURE

    Belâ, musibet, felâket, âfet. * Noksan ve kusuru olan, ayıplanacak kadın.
  • MAR

    f. Yılan.
  • MA'RA

    Vücudun çok zaman çıplak olan yeri.
  • MARAN

    (Mâr. C.) f. Yılanlar.
  • MARATON

    yun. Kırk kilometreden uzun bir yolda mukavemet için yapılan hız koşusu.
  • MARAZ

    Hastalık, illet, dert. Belâ.
  • MA'RAZ

    (Ma'rez-Ma'riz) Bir şeyin arzolunduğu yer. Göründüğü yer. Sergi, meşher.
  • MA'RAZGÂH

    Arzolunan yer, sergi.
  • MA'RAZ-I ACÂİB

    Acâiblerin teşhir olunduğu yer.
  • MARAZ-I MÜSTEVLÎ

    Salgın hastalık.
  • MARAZ-I SÂRÎ

    Tıb: Bulaşıcı hastalık.
  • MARAZÎ

    (Maraz. dan) Hastalıkla alâkalı. Hastalığa ait. Hastalıklı.
  • MARAZİYYÂT

    Hastalıklar ilmi, patoloji.
  • MA'REC

    Çıkacak yer, merdiven.
  • MA'REF

    Yüzün, devamlı olarak açık görünen yeri.
  • MA'REFE

    Atın yelesi bittiği yer.
  • MAR-EFSA

    f. Yılan tutan, yılan efsuncusu. * Yılan sokmuş kimseyi tedâvi eden kişi.
  • MA'REKE

    Muhârebe meydanı, çarpışma yeri. * Çarpışma. Kıtal. Cenk.
  • MAREŞAL

    Fr. (Bak: Müşir)
  • MA'RET

    Kabahat, suç, ayıp, günah.
  • MAR-GİR

    f. Yılan tutan, yılan tutucu.
  • MARHİC

    Yılan balığı.