M Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • MARHUK

    Kuşkonmaz bitkisi.
  • MARIK

    Dinsiz, mürted, hak dinden çıkan.
  • MARIN

    (Mârına) Çekiçle dövülerek açılmağa müsait olan. * Kireçtaşı. * Çeşitli renklerde olan bir çeşit toprak.
  • MARIZ

    Hasta, alil, mariz.
  • MA'RIZ

    (Ma'raz. dan) Bir şeyin görünüp çıktığı yer. Bir şeyin bildirildiği, arzolunduğu makam.
  • MARİC

    Dumansız ateş, alev. * Dumansız barut.
  • MA'RİC

    Merdiven, yükseliş yeri.
  • MARİD

    Azgın, sapkın. İnad ve isyanda benzerlerinden çok ileri gitmiş olan. Kibir, inad ve dinsizlikle tanınmış olan. Mütemerrid.
  • MA'RİFE

    Gr: Arabçada mübhem olmayan " " harf-i ta'rifi ile bildirilen kelime. Böyle bir kelimeden tenvin kalkar, kelime belirli olur. (Bak: Lâm-ı ta'rif)
  • MA'RİFET

    Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. * Hüner. Üstadlık. San'at. * Tuhaflık, garib hareket. * Vasıta, tavassut. * İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak. (Bak: İrfân)
  • MA'RİFET MERTEBELERİ

    (Bak: Yakin)
  • MA'RİFETPERVER

    f. Hünerli, marifetli.
  • MA'RİFETULLAH

    Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek. (Ma'rifetin zıddı; inkârdır. İlmin zıddı ise; cehildir.) (Bak: Vicdan-İrfân)(Muhyiddin-i Arabi, Fahreddin-i Râzi'ye mektubunda demiş: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır." Bu ne demektir? Maksad nedir soruyor?Usul-üd-din imamları ve ulema-i ilm-i Kelâmın akaide dair ve vücud-u Vâcib-ül-Vücud ve Tevhid-i İlâhiye dair beyanatları, Muhyiddin-i Arabi'nin nazarında kâfi gelmediği için, İlm-i Kelâm'ın imamlarından Fahreddin-i Râzi'ye öyle demiş.Evet, İlm-i Kelâm vasıtasiyle kazanılan Mârifet-i İlâhiye, mârifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Kur'an-ı Mu'ciz-il Beyan'ın tarzında olduğu vakit, hem mârifet-i tâmmeyi verir; hem huzur-u etemmi kazandırır ki, inşâallah, Risale-i Nur'un bütün eczaları, o Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın cadde-i nurânisinde birer elektrik lâmbası hizmetini görüyorlar.Hem, Muhyiddin-i Arabi'nin nazarına, Fahreddin-i Râzi'nin İlm-i Kelâm vâsıtasiyle aldığı mârifetullah ne kadar noksan görülüyor; öyle de; tasavvuf mesleğiyle alınan mârifet dahi, Kur'an-ı Hakim'den doğrudan doğruya veraset-i Nübüvvet sırriyle alınan mârifete nisbeten o kadar noksandır. Çünki: Muhyiddin-i Arabi mesleği, huzur-u dâimiyi kazanmak için $ deyip, kâinatın vücudunu inkâr edecek bir tarza kadar gelmiş. Ve sâirleri ise, yine huzur-u dâimiyi kazanmak için $ deyip, kâinatı nisyan-ı mutlak altına almak gibi, acib bir tarza girmişler. Kur'an-ı Hakim'den alınan mârifet ise, huzur-u dâimiyi vermekle beraber, ne kâinatı mahkum-u adem eder, ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki, başıbozukluktan çıkarıp, Cenâb-ı Hak nâmına istihdam eder. Herşey mir'at-ı mârifet olur. Sa'di-i Şirazi'nin dediği gibi: $ Herşeyde Cenâb-ı Hakk'ın mârifetine bir pencere açar.Bâzı Sözlerde ulema-i İlm-i Kelâm'ın mesleğiyle, Kur'andan alınan minhâc-ı hakikinin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki; meselâ: Bir su getirmek için, bâzıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmağa ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de: Ulema-i İlm-i Kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhâliyeti ile kesip, sonra Vâcib-ül Vücud'un vücudunu onunla isbat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur'an-ı Hakim'in minhâc-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer Asâ-yı Musâ gibi nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor. $ düsturunu, herşeye okutturuyor.Hem imân yalnız ilim ile değil, imânda çok letâifin hisseleri var. Nasılki: Bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ.. letâif, kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. İşte Muhyiddin-i Arabi, Fahreddin-i Râziye bu noktayı ihtar ediyor. M.)
  • MARİN

    Burun ucunda olan yumuşak kemiksiz yer.
  • MARİSTAN

    f. Hastahâne.
  • MARİZ

    (Maraz. dan) Hasta. İlletli. Dertli.
  • MARİZANE

    f. Hasta olarak.
  • MÂRR

    Geçen, geçmiş, yürüyen.
  • MÂRRE

    Fık: Herkesin gittiği umumi yoldan yürüyen.
  • MÂRRÎN

    (Mâr. dan) Geçenler.
  • MÂRRİN Ü ÂBİRÎN

    Gelip geçenler. Gelen giden.
  • MÂRR-ÜL BEYAN

    Beyânı yukarıda geçmiş olan.
  • MÂRR-ÜZ ZİKR

    Yukarıda zikri geçmiş olan, yukarda bahsedilmiş olan.
  • MARSUS

    (Bak: Mersus)
  • MARTULOS

    (Martoloz) Osmanlı Devletinin teşekkülü sıralarında ve yeniçeri teşkilâtından önce, Hristiyanlardan, ordunun geri hizmetlerinde çalışmış olan teşekküllerden biridir. Silâhlanmış kişi mânasında Rumca bir kelimedir. * Eskiden Tuna gemicileri, korsanı mânasında da kullanılmıştır.
  • MA'RUF

    Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)
  • MA'RUFAT

    Bilinen şeyler. Şeriatın emrettiği hususlar.
  • MA'RUF-İ CİHÂN

    Dünyaca tanınan ve meşhur. Cihânın bildiği.
  • MA'RUFİYET

    Ma'rufluk. Ünlülük, meşhurluk, tanınmışlık.
  • MA'RUR

    Uyuz.
  • MA'RUŞ

    Üstü çardak şeklinde yapılı bina.
  • MA'RUZ

    Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan.
  • MA'RUZÂT

    (Ma'ruz. C.) Arz olunanlar. Arzedilenler, takdim edilenler. Küçükten büyüğe bildirilenler.
  • MARZAT

    Rızâ. Memnuniyet, hoşnudluk.
  • MARZÎ

    Razı olmağa dâir. * Kabul edeceği, razı olacağı.
  • MARZÎ-İ İLÂHÎ

    Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun işler.
  • MARZİYAT

    Razı olunacak şeyler. Allah'ın rızasına dair olanlar.
  • MARZİYE

    Razı olma, hoşnud olma, memnuniyet.
  • MAS

    Yeyni, hafif kimse.
  • MA'S

    Tıb: Adalelerin tutulması, kasların büzülmesi. Kramp.
  • MA'S

    Ovmak. * Dürtmek.
  • MAS'

    Davarın kuyruğunu salması. * Vurmak. * Parlamak.
  • MASA'

    Kılıçla vuruşmak.
  • MASABAK

    (Bak: Masebak)
  • MASAD

    (C: Musdân-Emside) Dağın yüksek ve yüce yeri.
  • MAS'AD

    (C.: Masâid) Yukarı çıkılacak yer. Suud yeri.
  • MASADAK

    Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. "Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru, sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı" gibi mânâlara gelir. Mânânın fertlerine de mâsadak denilebilir.
  • MASADIR

    (Masdar. C.) Masdarlar.
  • MASAFF

    Savaş, muhârebe, harp, cidâl yeri.
  • MASAHA

    Sıhhat mevzii. * Kamer, ay.