Talep etmek, istemek. * Yüksek yerde düz yer olmak. * Kaybolan şeyi aramak. * Bir şeyi gereği gibi bilmek.
NEŞ'E
Gönül açıklığı, sevinç. * Yeniden meydana gelmek. Yeniden olan şey. * Yiğit olmak. * Yüksek olmak.
NEŞEB
Mal, mülk.
NE-ŞEBEM
f. Ben karanlık gece gibi nursuz değilim (meâlinde.)
NE-ŞEBPERESTEM
Karanlık ve zulümatı seven ve isteyen değilim.
NEŞEF
İçmek. * Sinmek. * İçine girmek, dühul etmek.
NEŞEFE
(C.: Nüşüf) Ayağın kirini temizlemede kullanılan taş.
NEŞ'E-İ UHRÂ
Ölümden sonra mahşerde yeniden dirilmek. Buna "Neş'e-i sâniye" de denir.
NEŞ'E-İ ULÂ
İlk hayat. Ruhun bedene girmesi. Dünyaya gelmek.(...Peygamber'in (A.S.M.) emrettiği gibi, " Neş'e-i ulâyı gören adam, neş'e-i uhrâyı inkâr edebilir mi?" Çünkü ikinci teşekkül, yâni ikinci yapılış birinci teşekkülden daha kolaydır. İ.İ.) (Bak: Taaccüb)
NEŞ'E-İ ULYÂ
Ahiretteki yüksek dereceli hayat, âhiret hayatı.
NEŞ'E-NİSAR
f. Neşe dağıtan.
NEŞER
Dağılmış, intişar etmiş, münteşir.
NEŞ'ET
Meydana gelmek, vücuda gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi olmak. Yetişmek, ileri gelmek. * Çıkmak. Kaynak olmak.
NEŞ'ET-İ UHRÂ
(Bak: Neş'e-i uhrâ)
NEŞ'ET-İ ULÂ
(Bak: Neş'e-i ulâ)
NEŞ'E-YAB
f. Keyifli, neşeli, sevinçli.
NEŞF
İçmek, suyu emerek içmek. * Sızmak. Sünger gibi sızmak. * Suyu çekmek.
NEŞG
Aşk galebe edip haykırıp çağırmak. * Tâlim etmek.
NEŞİDE
Manzume. Şiir. * Yüksek sesle okunan şiir. * Darb-ı mesel (atasözü) derecesinde kullanılan meşhur beyit veya mısrâ.
NEŞİDEHÂN
f. Neşide okuyan.
NEŞİL
Çömlekte pişmiş et.
NEŞİR
Dağıtma, yayma, herkese duyurma.
NEŞİŞ
Kaynayan şeyden çıkan ses.
NEŞİT
Neş'eli, sevinçli, şenlikli. Faal.
NEŞİTA
Bir şeyin, aramaksızın bulunması. * Ansızın bulunan nesne. * Gâzilerin kastettikleri yere varamadan yolda buldukları ganimet.
NEŞK
Burna çekme.
NEŞL
Taan etmek. * Cezbetmek, kendine çekmek.
NEŞM
Zerdali ağacı gibi bir ağaç. * Bir çiçek cinsi.
NEŞNEŞE
Koyun derisini yüzmek. * Zırh sesi. * Su kaynarken ötüp ses çıkmak.
NEŞR
Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak. * Başıboş cemaat. * Bulutlu günde yel esmek. * İzhar etmek. * Katetmek. * Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.
NEŞREN
Yayılmak suretiyle, neşir yoluyla. Yazarak, dağıtarak.
NEŞRÎ
Neşir ile alâkalı.
NEŞR-İ SUHUF
Sahifelerin neşri. * Haşirde, insanların hesab görülmek için dirildiklerinde amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin amelinin belli oluşu.( $ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a'mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mes'ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat, surenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların nazîresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünki: Her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esmâ-i İlâhiyyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var. İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlariyle beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisaniyle gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a'mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a'mâlini neşreder. İşte gözümüzün önünde bu Hakimâne, Hafizâne, Müdebbirâne, Mürebbiyâne, Lâtifâne şu işi yapan O'dur ki, der: $Başka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. S.)
NEŞRİYÂT
Gazete, kitap, radyo ve sâir vasıtalarla neşrolunmuş, yayılmış şeyler.
NEŞRİYÂT-I KÂZİBE
Yalandan, uydurma sözler.
NEŞŞ
Kaynamak, galeyan. * Her nesnenin yarısı. * Davarın tezce derisini yüzüp etinden ayırıp çıkarmak. * Yirmi dirhem. * Karıştırmak.
NEŞŞAB
Okçu, ot atan.
NEŞŞABE
Ok yapıcılık, ok yapma sanatı.
NEŞŞAF
Bir şeyi kendine çeken. * Emen.
NEŞŞAL
Pişmemiş yemeğe saldıran.
NEŞT
Yılan sokmak ve ısırmak. * Bir yerden bir yere gitmek. * Çözmek. * Çıkarmak. * İpi bağlamak.
NEŞTER
Ameliyat bıçağı. Hekim bıçağı.
NEŞUR
Ziyadesiyle neşreden. Fazla yayan. Dağıtan.
NEŞUT
Bir balık cinsi. * Kovası katı çekilmeyince su çıkmayan kuyu.
NE-ŞÜKÜFTE
f. Açılmamış.
NEŞV
f. Canlıların büyümesi, yetişmesi, boy atması. * Yeniden hayata gelmek.