N Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • NİYAM

    f. Kılıf, kın. Kılıç kını.
  • NİYAM

    (Nâim. C.) (Nevm. den) Uykuda olanlar, uyuyanlar.
  • NİYAMGER

    (C.: Niyamgerân) Kın veya kılıf yapan san'atkâr.
  • NİYAR

    (Nâr. C.) Ateşler.
  • NİYAT

    (Niyâta) Bir damar ismi (yürek onunla bağlıdır.)
  • NİYAT

    (Niyet. C.) Niyetler.
  • NİYAZ

    f. Yalvarma, yakarma. Dua. * Rağbet ve istek. * Hâcet, ihtiyaç.
  • NİYAZİ-İ MISRÎ

    (Mi: 1618 - 1694) Malatya'nın Soğanlı köyünde doğdu. Şâir ve tasavvufçu olup Halvetî tarikatının Niyaziye veya Mısriye şubesini kurmuştur. Mısır'da Câmi-ül-Ezher'de tahsil gördü. 1646'da İstanbul'a döndü ve Sokollu Mehmed Paşa Medresesinde irşada başladı. Eserlerinden bazıları şunlardır: Risale-i Hasaneyn, Mevâid-ül İrfan ve Avâid-ül İhsan, Hidayet-ül İhvan, Mektubat gibi eserleri ve bir de şiirlerini cami' divanı vardır.
  • NİYAZKÂR

    f. Yalvarıp yakaran. Dua eden. İhtiyacı olan.
  • NİYAZKÂRÂNE

    Yalvararak, niyaz ederek. * Muhtaç olarak, muhtaçlıkla.
  • NİYAZMEND

    (C.: Niyazmendân) f. İhtiyacı olan, muhtaç. * Yalvaran, yakaran, niyaz eden.
  • NİYERE

    (Nâr. C.) Ateşler.
  • NİYET

    Kasd. Kalbin bir şeye yönelmesi. * Fık: Yapılan bir vazife ile Cenab-ı Hakk'a taatta bulunmayı ve O'na mânen yaklaşmayı kasdetmektir.(Niyet, ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur. Ve keza niyette öyle hâsiyet vardır ki; seyyiâtı hasenâta ve hasenâtı seyyiâta tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâsdır. Öyle ise necat, halâs ancak ihlâs iledir. İşte bu hasiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binâendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezâiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, dâimî bir şâkir olur. Şükür sevabını kazanır. M.N.)
  • NİYLEC

    Çivit.
  • NİYY

    Çiğ, olmamış, ham.
  • NİYYAT

    (Niyet. C.) Niyetler.
  • NİZA

    Cima etmek.
  • NİZA'

    Çekişme, kavga. (Dünya öyle bir meta' değil ki; bir niza'a değsin. "Çünki fani ve geçici olduğundan kıymetsizdir." Koca dünya böyle ise dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın. M.)
  • NİZA-İ LAFZÎ

    Boşuna çene yarıştırma. Sözle yapılan kavga.
  • NİZAL

    Nişan, işaret, alâmet.
  • NİZAM

    Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. * İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. * Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.
  • NİZAMÂT

    (Nizam. C.) Nizamlar, muntazam şeyler, düzenler.
  • NİZAMÂT-I LÂZİME

    Lüzumlu, gerekli nizamlar.
  • NİZAMEN

    Nizam dairesinde. Nizama ve kanuna tabi olarak.
  • NİZAM-I ÂLEM

    Kâinatta Allah'ın koyduğu umumi nizam. (Nizam-ı âlem saadet-i ebediyeye işaret ediyor. S.) (Bak: Delil-i inayet)
  • NİZAM-I CEDİD

    Yeni nizam. Osmanlı Devletinde III. Sultan Selim zamanında yeni nizamla yetiştirilen bir askerî teşkilât.
  • NİZAMÎ

    Düzenli, tertipli, usulüne uygun. * Kanun ve nizama ait, onunla alâkalı.
  • NİZAMİYE

    İlk askerlik devresi. * Bu nevi askerlik işleriyle uğraşan daire. * Tanzimat ordusunun asıl silâh altında bulunan kısmı.
  • NİZAM-ÜD DİN

    (Nizameddin) Dinin nizam ve düzeni.
  • NİZAR

    Zayıf, arık, düşkün, bitkin.
  • NİZAR

    Korkutup, uygunsuz şeylerden vazgeçirmek için söylenilen söz.
  • NİZARET

    f. Zayıflık, arıklık.
  • NİZE

    Mızrak.
  • NİZEDÂR

    f. Mızraklı. Kargılı. Süngülü.
  • NİZEK

    f. Câriye. * Küçük mızrak, süngü.
  • NİZEZEN

    f. Mızrakla vuran. * Mızrakçı.
  • NİZK

    Küçük süngü.
  • NOBRAN

    Sert mizaçlı, inatçı, nâzik olmayan.
  • NOKSAN

    (Nuksan) Eksik, kusurlu, nâkıs. * Eksiklik, azlık. Eksilme, azalma. * Yokluk.
  • NOKSANÎ

    Eksiklik ve noksanlıkla alâkalı.
  • NOKSANİYET

    Eksiklik, noksanlık.
  • NOKTA

    (Nukta) Benek. * Durak, mevki. Mahâl. * Göze ârız olan leke. * Durak işareti. * Tek karakol, tek nöbetçi. * Yazıdaki durak işâreti. * Mat: Hiçbir uzunluğu olmayan şekil.
  • NOKTA-İ BİNİŞ

    Gözbebeği.
  • NOKTA-İ GALEYÂN

    Suyun buhara çevrildiği harâret derecesi.
  • NOKTA-İ İSTİMDAD

    Yardım isteme noktası. İnsanın kalbindeki sonsuz emel ve arzuların yerine getirilmesine olan ihtiyaç.
  • NOKTA-İ İSTİNAD

    Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.
  • NOKTA-İ MİHRAKİYE

    Yanma noktası. Odak noktası. * Çok Esmâ-i İlâhiyyenin tecellisinin toplandığı nokta.
  • NOKTA-İ NAZAR

    Görüş, bir nevi fikir. (Bak: Rasyonalizm)(Nazar-ı Nübüvvet ve tevhid ve imân; vahdete, âhirete, Uluhiyete baktığı için, hakaikı ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı; kesrete, esbâba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır. Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı, ehl-i usulü'd-din ve ülemâ-i İlm-i Kelâm'ın makasıdı içinde görünmiyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir.İşte onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mâhiyetinde ve ince ahvallerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmiş fakat hakiki hikmet olan Ulûm-u Aliye-i İlâhiyye ve Uhreviyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü'minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmiyenler, muhakkıkin-i İslâmiyeyi, hükemalara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki, akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, Veraset-i Nübüvvet ile makasıd-ı âliye-i kudsiyeye yetişenlere yetişebilsinler.Hem herbir şey iki nazar ile bakıldığı vakit, iki muhtelif hakikatı gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiçbir hakikat-ı kat'iyyesi, Kur'anın hakaik-ı kudsiyesine ilişemez. Fennin kısa eli, onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez. Nümune olarak bir misâl zikrederiz:Meselâ, Küre-i Arz ehl-i hikmet nazariyle bakılsa hakikatı şudur ki: Güneş etrafında mutavassıt bir seyyare gibi hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nisbeten küçük bir mahluk. Fakat ehl-i Kur'an nazariyle bakıldığı vakit hakikatı şöyledir ki: Semere-i âlem olan insan; en câmi', en bedi' ve en âciz, en aziz, en zaif, en lâtif bir mu'cize-i kudret olduğundan, beşik ve meskeni olan zemin: Semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi... bütün mu'cizat-ı san'atının meşheri, sergisi... bütün tecelliyat-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi.. nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyyenin mahşeri, ma'kesi.. hadsiz Hallâkıyet-i İlâhiyyenin hususan nebatat ve hayvanatın kesretli envâ-i sagiresinden cevvadâne icadın medârı, çarşısı ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta nümunegâhı ve mensucat-ı ebediyenin sür'atle işliyen tezgâhı ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklidgâhı ve besâtin-i dâimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur.İşte Arzın bu azamet-i mâneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'an-ı Hakim; semâvata nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan Arzı, bütün semâvata karşı küçücük kalbi, büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. O'nu bir kefede, bütün semâvâtı bir kefede koyuyor, mükerreren: $ diyor. İşte sair mesâili buna kıyas et ve anla ki: Felsefenin ruhsuz, sönük hakikatleri; Kur'an'ın parlak, ruhlu hakikatleriyle müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için ayrı ayrı görünür. S.)
  • NOKTA-İ TEKATU'

    Kesişme noktası.
  • NOKTA-İ TELÂKİ

    Karşılaşma noktası. Uygun ve karşılıklı nokta. Buluşma noktası, yeri. * Münâsebet. Uygunluk.