Ezeli Nakkaş. Ezeli olup her şeyin nakşını yapan. Allah (C.C.)
NAKL
Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek. * Anlatmak, duyduğu bir şeyi başkasına hikâye etmek, rivâyet etmek. * Bir dilden başka dile çevirmek, terceme etmek. * Eski mest ve çizme. * Yırtık elbiseyi yamamak.
NAKL-BEND
f. Hikâyeci. Masal uyduran.
NAKLEN
Nakil yoluyla. Anlatmak veya hikâye etmek suretiyle.
NAKLÎ
Nakliye ile, taşıma ile ilgili. * Akla değil de nakle dayanan, yani söylenen hakikat.
NAKLÎ DELİL
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur'andan herkesin istifade etmesine ait hususlar ise: Tefekkür, faziletler ve havf ü rica ve bilhassa, ahkâm-ı diniyenin hikmetlerini ve hakkaniyet delillerini görmek gibi ibret derslerine ait olup, ahkâm-ı şer'iyeye ait değildir. (Bak: Edille-i erbaa, Fetva)
NAKL-İ HADİS
Hadis-i şeriflerin nakledilmesi.
NAKL-İ SAHİH
Doğru, şüphesiz gelen haber nakli.
NAKLİYAT
Nakil işleri, taşıma işleri. * Anlatılanlardan öğrenilenler. * Nakiller.
NAKLİYAT-I ASKERİYE
Askerî kıt'aların; top, tüfek, cephane, teçhizat ve levazımatı ve her türlü seferî ihtiyaçlarıyla birlikte bir yerden kaldırıp başka bir yere gönderilmesi, nakledilmesi. Askerî nakliyat.
NAKLİYE
(C.: Nakliyat) Eşya taşıma işi. * Taşıma parası.
NAKL-ÜD DEM
Kan aktarma.
NAKM
(Nakmet) İntikam, öç alma. Eza vererek cezalandırma.
f. Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan.(Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-ı imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevaâcid ve keramata tercih ederim."Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir. Biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübradır. Velâyet-i kübra ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."Hem demiş ki: "Tarik-ı Nakşîde iki kanad ile sülûk edilir." Yâni: Hakaik-ı imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez.
NAKŞ-I DİL-FİRİB
Gönül aldatıcı suret.
NAKŞ-I KADEM
Ayak izi.
NAKŞ-I KİLKÎ
Kalemle yapılan nakış.
NAKŞ-PERDAZ
f. Nakış yapan ressam.
NAKŞ-PERDAZÎ
f. Ressamlık.
NAKŞ-TIRAZ
f. Süslü işlemeler.
NAKT
Çıkarmak.
NAKUR
Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. Çünkü boru çalındığı zaman, içinden hava tazyiki ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği cihetle boruya "minkar" mânasıyla alâkadar olarak "nâkur" denilmiştir. Boru çalınmak, askerin seferi için hareket kumandası demek olduğu gibi, borusu ötmek de emir ve kumandasının nüfuzundan kinaye olur. E.T.)
NAKUS
Kiliselerde asılı bir vaziyette durup belirli vakitlerde çalınan çan. Kilisenin büyük çanı.
NAKVET
Bir şeyin seçkini.NAKZ : Bozmak. Çözmek. Kırmak. * Bir sözleşmeyi yok saymak. * Kalın bir şeridi çözüp dağıtmak. * Parmaklarda veya âzâda oynak yerler. * Kiriş. * Palan. Deri.
NAKZ
Halâs olmak, kurtulmak.
NAKZ
(Nakazân) (C.: Nevâkız) Sıçramak. * Talep etmek, istemek.
NAKZAN
(Nakzen) Bozarak, hükmü bozulmuş olarak.
NAKZEYN
İki zıt, zıtlar. Birbirine muhalif iki şey.
NAKZ-I AHD
Anlaşmayı bozma, muâhede hükümlerini bozma. Verilen sözde durmama. (Nebz-i ahd da denir)
NA'L
Nal. Ayağa giyilen tahta ayakkabı veya hayvanların ayağına çakılan demir. * Oturulacak yerlerin en aşağısı.
NAL(E)
f. İnilti, figân. * Kamış kalem. * Kamış düdük. * Şeker kamışı.
NALAN
f. İnleyen, sızlayan, figân eden.
NA-LAYIK
f. Lâyık olmayan.
NALBANT
(Na'l-bend) f. Nal takan.
NA'L-BUR
f. Nal, çivi vs. satan veya yapan kimse. Nalbur.
NALÇE
Küçük nal. * Yemeni, çizme gibi ayakkabılara vurulan hafif demir parçaları. (O.T.D.S.)