R Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • RUBH

    Deve yavrusu. * Bir kuşun adı. * İç yağı.
  • RUB'-I DAİRE

    Dairenin dörtte biri.
  • RUB'-İ MESKÛN

    Dünyanın kara olan dörtte bir kısmı.
  • RUBU'

    (Rub'. C.) Dörtte birler. * Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.
  • RU'BUB

    Zayıf, korkak kişi.
  • RUBUBİYET

    Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti. * Artırmak. Ziyade kılmak.(Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar, bakınız! İnsan âleminde iki daire ve iki levha vardır. Birinci daire: Rububiyyet dairesidir. İkinci daire: Ubudiyyet dairesidir. Birinci levha, hüsn-ü san'attır. İkinci levha ise tefekkür ve istihsandır. Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet dâiresi bütün kuvvetiyle rububiyyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleri ile hüsn-ü san'at ve nimet levhasına bakıyor. Bu hakikatı gözün ile gördükten sonra rububiyet ve ubudiyyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâniin makasıdına kemal-i ihlas ile hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni' ile azîm bir münasebatı ve kavi bir intisabı ve o intisab ile her iki daire reisleri arasında bir muârefe ve mükâleme ve alış verişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyle ise, bilbedahe tahakkuk etti ki; Ubudiyyet Reisi, Rububiyyetin hâss mahbub ve makbulüdür. M.N.)
  • RUBUBİYYET-İ MUTLAKA

    Herşeyi kaplayan ve idaresi altına almış olan Allah'ın rububiyeti.(Evet bütün kâinatta hususan zihayatlarda ve bilhassa terbiye ve iaşelerinde her tarafta aynı tarzda ve umulmadık bir surette beraber ve birbiri içinde hakimâne, rahimâne bir dest-i gaybi tarafından olan bir tasarruf-u âmm elbette bir Rububiyyet-i mutlakanın tereşşuhudur ve ziyasıdır ve tahakkukuna bir bürhan-ı kat'îdir. Madem bir Rububiyyet-imutlaka vardır; elbette şirk ve iştirâki kabul etmez. Çünkü, o Rububiyyetin kendi cemâlini izhar ve kemâlâtını ilân ve kıymetli san'atlarını teşhir ve gizli hünerleri göstermek gibi en mühim maksad ve gayeleri cüz'iyyatta ve zihayatta temerküz ve içtimâ' ettiğinden en cüz'i bir şeye ve en küçük bir zihayata kendi başı ile müdahale eden bir şirk, o gayeleri bozar ve o maksatları harab eder. Ve zişuurun yüzlerini o gayelerden ve o gâyeleri irade edenden çevirip esbaba saldığından ve bu vaziyet Rububiyyetin mahiyetine bütün bütün muhâlif ve adavet olduğundan elbette böyle bir Rububiyyet-i mutlaka hiçbir cihetle şirke müsaade etmez. ş.)
  • RUBUZ

    Koyun, sığır, at, katır ve köpeğin ayaklarını büküp yatması. (Yattıkları yere "merbaz" derler)
  • RUBZ

    Her nesnenin ortası. * Bazısı bazısının üzerine sağılmış süt.
  • RUD

    Yavaş yürümek.
  • RUD

    f. Irmak, çay. * Saz teli, saz kirişi. * Kemençe.
  • RUDA'

    Hastalığın insana yine dönmesi. * Gövde ve beden ağrısının her birisi.
  • RUDAA'

    (Radi. C.) Süt emen çocuklar. * Süt kardeşler.
  • RUDAB

    Ağızdan akan su.
  • RUD-AVERD

    f. Nehir sularının akarlarken etraftan sürükleyip getirdikleri ağaç, dal gibi şeyler.
  • RUDBAR

    f. Irmak kenarı. * Büyük ırmak.
  • RUDDA'

    (Râdı. C.) Süt emenler.
  • RUDE

    (C.: Rudegân) f. Bağırsak.
  • RUDHA

    Perde, setre.
  • RUDSAZ

    f. Çalgıcı.
  • RUFSE

    Su nöbeti.
  • RUFUD

    (Rifd. C.) Bahşişler.
  • RUGA'

    Sada, ses. * Deve, sırtlan ve deve kuşunun bağırması.
  • RUGBA'

    Rağbet etmek, istemek, arzulamak.
  • RUGERDAN

    f. Yüz döndüren, yüz çeviren.
  • RUGL

    Bir acı ot. * Sünnetsizlik. * Bol olmak, bolluk.
  • RUH

    f. Yanak, yüz, çehre. * Arabçada: Efsânevi bir kuş. (Bak: Ruhsâr)RUH : Can, nefes, canlılık. * Öz, hülâsa, en mühim nokta. * His. * Kur'an. * İsa (A.S.). * Cebrail (A.S.). * Korkmak. (Bak: Vicdan)(Ruh, bir kanun-u zivücud-u haricîdir. Bir namus-u zişuurdur. Sabit ve dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem dâimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şâyet, nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, şuuru başından indirse yine lâyemut bir kanun olurdu. H.)(Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun dâima bakidir. Dâima müstemir, sabittir. Hiçbir tegayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile, belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'an'ın nassı ile: $ ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki: Kudret-i Ezeliyye, ona vücud-u haricî giydirmiş. Demek, nasılki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima veya ağleben baki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, lâyıktır. Çünki: Zivücuddur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavidir, daha ulvidir. Çünki: Zişuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymetdardır. Çünki: Zihayattır. S.)
  • RUHA

    Ferahlık. * Yumuşak rüzgâr.
  • RUHAM

    Mermer.
  • RUHAMA

    (Rahim. C.) Rahim olanlar.
  • RUHAM-I HÂM

    İşlenmemiş mermer.
  • RUHAMÎ

    Mermerden yapılmış. Mermerle ilgili.
  • RUHANÎ

    Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Ruha ait. Ruhtan meydana gelmiş, melek. * Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, ruh âlemine mensub olan.
  • RUHANİYYAT

    Madde âleminden başka olan ruh âlemleri, ruhaniler. (Bak: Cinn, Melek)(Şu nihayetsiz feza-yı âlem ve şu muhteşem semavat; burçları ile, yıldızları ile; zişuur, zihayat, ziruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, rayihadan, kelimattan, esirden ve hattâ elektrikten ve sâir seyyâlât-ı lâtifeden halk olunan o zihayat ve o ziruhlara ve o zişuurlara şeriat-ı garra-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, "Melâike ve cânn ve ruhaniyattır" der, tesmiye eder. Melâikenin ise, ecsamın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pek çok ecnas-ı muhtelifeleri vardır. S.)
  • RUHANİYYET

    Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.
  • RUHANİYYUN

    (Ruhanî. C.) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.
  • RUHAS

    (Ruhsat. C.) İzinler, ruhsatlar, müsaadeler.
  • RUHASA'

    Sıtma teri.
  • RUHB

    Genişlik, vüs'at.
  • RUH-BAHŞ

    f. Ruh veren, ruh bahşeden.
  • RUHBAN

    Korkmak, çekinmek, yılmak. * Rahib, Hristiyan din adamı. (Bak: Rehbaniyyet)(Hâsıl-ı kelâm; biz Kur'an şâkirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi' oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi, ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde elbette, bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek. Hutbe-i Şâmiye)
  • RUHBANİYET

    (Bak: Rehb, Rehbaniyet)
  • RUHDA'

    Sıtma.
  • RUH-EFZA

    f. Cana can katan. Canlılık veren. (Ruhfeza da denir)
  • RUHÎ

    Ruha ait, ruhla ilgili. Ruhça.
  • RUHİYAT

    Ruh ilmi, psikoloji.
  • RUHLET

    Göçüp giden kimseler.
  • RUHPERVER

    f. Ruha ferahlık ve kuvvet veren.
  • RUHS

    Ucuzluk. * Hafif pahalı olmak.
  • RUHSAR (RUH)

    Yanak. Çehre. Yüz.