Rahman'a ait ve müteallik. Allah'tan gelen, her hususta hayırlı olan.
RAHMANİYYET
Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu.(Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıymettar ihsanlarını câmi' bir mahzen yapmış. Ve zemini devr-i senevîsinde bir ticaret gemisi hükmünde her sene âlem-i gaybdan levâzımat-ı insaniyye ve hayatiyyenin yüz bin çeşitlerinden en güzellerini içine alarak yüklenmiş bir nevi sefine veya şimendifer gibi; ve her baharı ise, erzak ve elbisemizi taşıyan bir vagon hükmünde olarak bizlere gönderir. Bizi gayet rahimane beslettirir. Ve bütün o hediyelerden, o nimetlerden istifade etmemiz için bize de yüzlerle ve binlerle iştihalar, ihtiyaçlar, duygular, hissiyatlar, hisler vermiş...Evet, bize öyle bir mide vermiş ki, hadsiz taamlardan lezzet alır. Ve öyle bir hayat ihsan etmiş ki, duyguları ile bir sofra-i nimet gibi koca cismâni âlemde hadsiz nimetlerinden istifade eder. Ve öyle bir insaniyet bize lutfetmiş ki, akıl ve kalb gibi çok âletleri ile hem maddi hem mânevi âlemin nihâyetsiz hediyelerinden zevk alır. Ve öyle bir İslâmiyet bize bildirmiş ki; âlem-i gayb ve âlem-i şehâdetin nihâyetsiz hazinelerinden nur alır. Ve öyle bir iman hidayet etmiş ki, dünyâ ve âhiret âlemlerinin hasra gelmez envarından ve hediyelerinden tenevvür edip müstefid eder. Güyâ Rahmet tarafından bu kâinat hadsiz antika ve acib ve kıymetli şeylerle tezyin edilmiş bir saraydır. Ve bütün o saraydaki hadsiz sandıkları ve menzilleri açacak olan anahtarlar insanın ellerine verilmiş ve bütün onlardan istifade ettirecek olan ihtiyaçlar, hissiyatlar insanın fıtratına verilmiş.İşte böyle dünyayı ve âhireti ve her şeyi kaplamış bir rahmet, elbette o rahmet, Vahidiyyet içinde bir Ehadiyyetin cilvesidir.Yani nasıl ki güneşin ziyası, mukabilindeki umum eşyayı ihâta etmesi ile Vahidiyyete bir misâl olduğu gibi, parlak ve şeffaf her bir şey dahi kabiliyetine göre güneşin hem ziyasını, hem hararetini hem ziyasındaki yedi rengini, hem aks-i misâlini almakla Ehadiyete bir misâl olduğundan elbette o ihâtalı ziyayı gören adam, arzın güneşi vâhiddir, bir tektir diye hükmeder. Ve her parlak şeyde hatta katrelerde güneşin ışıklı, harâretli aksini müşâhede eden o adam, güneşin ehadiyyetini, yâni; bizzat güneşi sıfatları ile "her şeyin yanındadır ve her şeyin âyine-i kalbindedir" diyebilir.Aynen öyle de: Rahmân-ı Zülcemâlin geniş rahmeti dahi ziya gibi umum eşyayı ihatası o Rahmânın Vahidiyetini ve hiç bir cihette şeriki bulunmadığını gösterdiği gibi, her şeyde hususan her bir zihayatta ve bilhassa insanda o cemiyetli Rahmetin perdesi altında o Rahmânın ekser isimlerinin ışıkları ve birnevi cilve-i zâtiyyesi bulunarak, her ferdde bütün kâinata baktıracak ve münâsebettarlık verecek bir cem'iyyet-i hayatiye vermesi dahi, O Rahmânın ehadiyyetini ve herşeyin yanında hâzır ve herşeyin her şeyini yapan (O) olduğunu isbat eder.Evet nasıl ki, O Rahmân, o rahmetin vahidiyyetiyle ve ihatası ile kâinatın mecmuunda ve zeminin yüzünde celâlinin haşmetini gösteriyor. Öyle de ehadiyyetin cilvesi ile her bir zihayatta, hususan insanda bütün nimetlerin nümunelerini o ferdde toplayıp o zihayatın âlât ve cihâzâtına geçirip tanzim ederek mecmu-u kâinatı (parçalanmadan) o tek ferde bir cihette aynı hanesi gibi verdirmesi ile dahi cemâlinin hususi şefkatini ilân eder ve insanda enva-ı ihsanatının temerküzünü bildirir.Hem nasıl ki, bir kavunun (meselâ) her bir çekirdeğinde o kavun temerküz ediyor. Ve o çekirdeği yapan zat, elbette odur ki, o kavunu yapar. Sonra ilminin hususi mizanı ile ve hikmetinin ona mahsus kanunu ile o çekirdeği ondan sağar, toplar, tecessüm ettirir ve o tek kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiç bir şey o çekirdeği yapamaz. Ve yapması muhaldir. Aynen öyle de: Rahmaniyyetin tecellisi ile kâinat bir ağaç, bir bostan; ve zemin bir meyve, bir kavun; ve zihayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan elbette en küçük bir zihayatın Hâlikı ve Rabbi bütün zeminin ve kâinatın Hâlikı olmak lâzım gelir.Elhâsıl: Nasıl ki, ihâtalı olan Fettahiyet hakikatı ile bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle isbat eder. Öyle de, her şeyi ihata eden Rahmaniyyet hakikatı dahi vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zihayatları ve bilhassa yeni gelenleri kemâl-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiç birini unutmaması ve aynı rahmet her yerde, her anda ve her ferde yetişmesi ile bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyyeti gösterir. Ş.)
RAHME
(C.: Ruham) Kartal. * Rahmet, muhabbet.
RAHMET
Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. * Mc: Yağmur.(...Sâni-i Âlem'in her şeyi içine almış ve her şeyi istilâ ve istiab etmiş bir rahmet -i vâsiası vardır. Vâlidelerin, hattâ bir cihette nebatatın evlâdına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının sühulet-i rızkları, o rahmet deryasından bir katredir. M.N.)
RAHMETEN-Lİ-L-ÂLEMİN
Bütün âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
RAHMET-İ BÎPAYAN
Sonsuz rahmet.
RAHMETULLÂHİ-ALEYH
Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.
f. Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar. * Yara. * Bozukluk. Zarar.
RAHNEDÂR
f. Eksiği, bozuğu olan. * Zarara uğramış. * Yıkığı olan.
RAH-NÜMA
f. Yol gösteren, kılavuz. (Bak: Rehnüma)
RAHREV
f. Yolcu.
RAHS
Yıkamak. * Yumuşak.
RAHŞ
Gösterişli, güzel at. * Rüstem adlı bir pehlivanın atı.
RAHŞA
(Rahşân) f. Parlak.
RAHŞENDE
f. Parıldıyan, parıldayıcı.
RAHŞİŞ
f. Parlayış.
RAHT
(C.: Ruhut) Binek atlarına vurulan eyer, takım. * Pencere ve kapıların menteşe takımı. * Yol levazımı. * Döşeme ve ev takımı.
RAHT-I ARUS
Gelin eşyası.
RAHT-I HÜMAYUN
Padişahın mücevherli eyer takımı.
RAHTLAMAK
Ata raht ve takım takmak.
RAHUM
Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.
RAHV
Gevşek, sölpük, rahâvetli.
RAH-VAR
f. Sarsmadan yürüyen at, rahvan at. * Atın sarsmadan yürüyüşü.
RAHVE
(Bak: Rihve)
RAHYAN
Kaburganın omuz kemiği ile bitişmesi.
RAHYE
Düz meydan.
RAHZ
Yıkamak.
RAHZEN
f. Yol vuran. Yol kesen. Eşkiyâ, haydut.
RAHZENÎ
f. Haydutluk, eşkiyâlık. Yol kesicilik.
RAİ
Çoban. * Gözetleyici ve koruyan kimse. * Vâli. * Güvercin kuşundan bir kısım.
RAİ
(Rü'yet. den) Görücü, gören. * Gr: R harfiyle alâkalı. R harfine mensub.
RA-İ MÜHMELE
Noktalı ze'den ayırmak için "rı" harfine verilen bir ad.
RAİB
Göz bağlayıcı, büyücü. * Doldurucu.
RAİB
Korkmuş. * Semizliğinden yağı damlar olan. * Dolu.
RAİC
Revaçta olan, sürümü olan. Rağbet bulan.
RAİC-İ MAL
Malın değeri.
RAİC-İ VAKT
Bir şeyin şimdiki değeri.
RAİD
Konaklanacak yeri görmek için önceden gönderilen kimse. * El değirmeni.
RAİD
Gürleyen, gürüldeyen.
RAİDE
(C.: Revâid) Gürleyen bulut. * Sözü çok olan kişi.
RAİF
Önde giden at. ("pişnek" derler) * Burun ucu. * Dağ burnu.
RAİF
Merhametli, re'fetli.
RAİK(A)
Hâlis, sâfi, sâde, katışıksız.
RAİN
Muhkem, sağlam yapılı, berk yer.
RAİŞ
Huk: Rüşvet veren kimse ile rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimse.