Asıl mevzu, maksad, asıl konuşulan şey, fikir. * Niyet, kasıd. Teşebbüs. * Yakınlık, civar.
SADED HARİCİ
Konuşulan mevzudan dışarı çıkmak. Hududdan dışarı çıkmak.
SA'DEDDİN-İ TAFTAZANÎ
(Hicr: 722-792) Horasan taraflarında Teftazan'da doğdu. İslâmiyete kıymetli eserleriyle hizmet eden büyük âlimlerdendir. Asıl ismi Ömer oğlu Mes'ud'dur.
SADEDİL
f. Kalb sâfi, derin mes'elelere aklı ermeyen insan. Temiz kalbli olup, kolayca aldatılabilen kimse.
SADEDİLÂNE
f. Saflıkla, bönlükle.
SADEDİLÎ
f. Bönlük, saflık.
SADEF
Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. * Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.
SADEF (SUDUF)
Yüksek büyük dağ. * Her yüksek nesne. * Devenin her dört ayağı. * Bir yöne ğilmek.
SADEFÇE
f. Küçük sadef.
SADEFE
(C.: Suduf-Esdâf) İnci kabuğu. * Kulak içi.
SADEGÎ
f. Sâdelik, süssüzlük, düzlük.
SADEGÎ-İ İFADE
İfade sadeliği.
SADEGÎ-İ LİBAS
Giyim sadeliği.
SADELEVH
Saf, bön.
SADEMAT
(Sadme. C.) Vuruşlar, patlamalar. * Ansızın başa gelen belâlar.
SADERU
(C.: Sâderuyân) f. Yüzünde tüy bitmemiş genç delikanlı.
SADGUNE
f. Çeşitli. Yüz türlü.
SADH
Horozun ötmesi.
SADHA
Şarabın iyisi. Kendine nisbet olunan bir yerin adı.
SADHEZAR
f. Yüzbin.
SADHEZARÂN
Yüzbinlerce.
SA'D-I TAFTAZANÎ
(M. 1322-1389) Horasan'da doğmuş büyük bir İlm-i Kelâm âlimidir. En meşhur eseri, "Makasıd" adlı kelâm kitabıdır. (Bak: Sa'deddin-i Taftazanî)
SADIH
Kavi, sağlam, kuvvetli.
SADIHA
Teganni eden.
SADIK(A)
Doğru, hakikatli, sadakatlı, dürüst.
SADIKAN
f. Sâdıklar, sâdık dostlar.
SADIKANE
f. Sâdık kimseye yakışır şekilde. Sadakatle.(...Hem o delil-i sâdık ve musaddak madem umum enbiyanın fevkinde binler mu'cizât ve neshedilmeyen bir şeriat ve umum cin ve inse şâmil bir davet sâhibi olduğundan elbette umum enbiyanın reisidir. Öyle ise umum enbiyanın mu'cizatlarının sırrını ve ittifaklarını câmidir. Demek bütün enbiyanın kuvvet-i icmaı ve mu'cizatlarının şehadeti, Onun sıdk ve hakkaniyetine bir nokta-i istinad teşkil eder. M.)
SADIKIYYET
Sâdık oluş, sâdıklık.
SADIK-UL KAVL
Doğru sözlü.
SADIK-UL KELÂM
Doğru söyleyen. Doğru konuşan. Sözü doğru.
SADIK-UL VA'D
Va'dinde duran, söz verdiği şeyi yerine getiren, ahdine sâdık olan. Cenab-ı Hak.
SADIR
Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
SADİ'
Sabah vakti. * Koyun ve deve bölüğü. * Yedi günlük oğlan.
SA'DÎ
(M. 1193-1291) Şiraz'da doğmuş büyük bir İran şâiridir. Gülistan ve Divan'ında bol bol temsilî hikâyeler kullanmıştır. (Bak: Sa'di-i Şirazî) * Saadete, uğura mensub.
SADİC
Nakışı olmayan, nakışsız. * Çıplak. * Temiz, pak.
SADİD
Tıb: Yaradan akan sarı su. İrin.
SADİDEL
Yaprağı katmerli olan gül.
SADİG
Zayıf.
SADİH
Erkek baykuş.
SADİHA
Bulutun kat kat olması.
SA'Dİ-İ ŞİRAZÎ
(Hicrî: 587-691) Şiraz'da doğdu. 30 yıl ilme, 30 yıl seyahate, 30 yıl da inzivada ibadetle çalıştı. En meşhur eserleri Bostan ve Gülistan adındaki ahlâkî ve imanî kitaplarıdır.
SADİK
Çok sâdık, içten ve dıştan sadakatlı dost. Doğru sözlü.