Ş Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • ŞER'-İ ENVER

    En nurlu kanun ve nizam. En ziyade saadete, selâmete, emniyete vesile olan şeriat.
  • ŞER'-İ İSLÂM

    İslâm şeriatı. İslâmî hükümlere, itikadlara tam uygun kanun.
  • ŞER'Î TAKVİM

    (Bak: Takvim-i Arabî)
  • ŞERİAT

    Doğru yol. Hak din yolu. * Büyük ve geniş cadde. * Nur, aydınlık, ışık. * Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (C.C.) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî kanunların hey'et-i mecmuası. Şeriat, aynı zamanda din mânâsına müsta'meldir ki, ahkâm-ı asliye denen itikadiyâtı ve ahkâm-ı fer'iye denen ibadet, ahlâk ve muâmelât yâni, İslâm Hukukunu ihtivâ etmektedir... (Bak: Hukuk)(Şeriat; insanlardan sudur eden ef'âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdid eden kaidelerin hulâsasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. İ.İ.)(Şeriat ikidir. Birincisi: Âlem-i asgar olan insanın ef'âl ve ahvâlini tanzim eden ve sıfât-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-i kübra-yı fıtriyedir ki, bazan yanlış olarak tabiat tesmiye edilir. H.)("Şir'a, Şeria, Meşrea"; lügatta bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda, insanların hayat-ı ebediyeye ve saadet-i hakikiyeye ulaşması için Allah Teâlâ'nın vaz' u teklif ettiği ahkâm-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bil'istiâre ıtlak edilmiştir ki, din demektir.) (E.T.)(Şeriat, din lisânında; Cenâb-ı Hakkın, kulları için vazetmiş olduğu, dini, dünyevi ahkâmın heyet-i mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat: Din ile müradif olup, hem ahkâm-ı asliye denilen itikadiyatı, hem ahkâm-ı fer'iye-i ameliye denilen ibadet, ahlâk ve muâmelâtı ihtiva eder.Şeriat, umumi mânasına nazaran bir Peygamber-i Zişân tarafından tebliğ edilmiş kanun-u İlâhi demektir. Ahkâm-ı Şer'iye denilince, bundan kanun-u İlâhi hükümleri mânasını anlamak lâzımdır. Ve bununla asıl Kur'ana, Hadise, İcmaa sarahaten müstenid olan hükümler kasdedilmiş olur. Ist. F.K.)(Devlet ve uyruk, siyasetin ve siyasi olan hükümlerin icabına göre idare olunur ise, bu da yerilmiş olur. Çünkü Allah'ın nurundan ibaret olan şeriat hükümleri ihmâl edilmiş oluyor. Beşerin bütün işi, gerek devlet işi ve gerek başka işler olsun iyiliği ve kötülüğü âhirette kendisine aittir. Yani iyi ise ecirli ve sevaplıdır, kötü ise cezaya çarptırılır. Allah Elçisi (A.S.M.): "Ancak dünyadaki iyi ve kötü bütün amelleriniz âhirette kendinize reddedilir. Yani hayır ise ecir ve sevap kazanır, kötü ise cezaya çarptırılırsınız!" der. Siyasi hükümlerde ise ancak dünyevi fayda ve maslahatlar gözönünde bulundurulur. Siyasi kanunları koyanlar, ancak dünya hayatının dış görünüşünü görür ve bilirler. Şari'in maksadı ise, insanların âhiret saâdetidir. İşte bundan dolayı, bütün insanların gerek dünyevi ve gerek âhiret işlerinde şeriatlara uygun olarak görmeye sevketmek vâcibdir. Bu vazife, kendilerine şeriat indirilmiş olan peygamberlere, onlardan sonra onların yerine geçenlere (devlet başkanlarına) yükletilmelidir... Siyasetçi demek, akli delil ve hükümlere dayanarak dünya maslahat ve faidelerini elde eden, zarar ve ziyanları defetmeye sevk eden insan demektir. Halifelik ise, umumiyetle âhiret fayda ve maslahatlarını gözönünde bulundurarak şeriat ile iş görmeğe sevkeder. Şari'a göre, dünya iş ve amellerinin hepsi de (sonucu bakımından) âhirete râcidir. Halifelik ise, dini korumak ve dünya siyasetini dine uygun olarak idare etmek hususunda şeriat sahibine nâiblik etmek demektir.) (Mukaddime, İbn-i Haldun, ci: 1, sh: 508-509-510, 1954, İstanbul Maarif Basımevi)
  • ŞERİAT-I FITRİYE

    Cenab-ı Hakk'ın kâinatta vaz'ettiği fıtrî kanunlar. Âlemin harekât ve sükûnetini tanzim eden ve Allahın irade sıfatından gelen kanunlar.
  • ŞERİAT-I GARRÂ

    Parlak ve nurlu şeriat. İslâmiyet.
  • ŞERİB

    Yabancı kimse ile oturup şarap içen. * Davarını yabancı kimsenin davarıyla birlikte sulamak.
  • ŞERİDE

    Kavun dilimi.
  • ŞERİF(E)

    Şerefli, mübarek. * Peygamber neslinden ve Hazret-i Hüseyin soyundan olup İslâmiyete tam sadâkatla bağlı temiz kimse. (Bak: Sâdât)
  • ŞERİHA

    (C.: Şerâih) Vücuttan kopmayarak ayrılmış olan et parçası. * Et dilimi.
  • ŞERİK

    Ortak. * Arkadaş.
  • ŞERİK-İ CÜRM

    Huk: Suç ortağı.
  • ŞERİR(E)

    Şerli. Şer işleyen. Kötülük yapan. Kötü.
  • ŞERİS

    Yaramaz huylu kimse.
  • ŞERİS

    Eski nalin.
  • ŞERİT

    Hurma yaprağından yapılan urgan.
  • ŞERİYY

    İyi, kıymetli at.
  • ŞER'İYYE(T)

    Şeriata uygun olma. Kanun ve nizamlara muvafık bulunma.
  • ŞERKA'

    Kulağı uzunlamasına yarık olan koyun.
  • ŞERM

    Yarmak. * Atâ etmek, hediye vermek.
  • ŞERM (ŞİRM)

    f. Utanç. Utanma. Hayâ etme. Hicab etme.
  • ŞERMENDE

    f. Utanmış, mahcub. Utanılacak bir iş yapan.
  • ŞERMGİN

    f. Utangaç. Utanan, hayâ eden.
  • ŞERMİN

    f. Mahcub. Utangaç.
  • ŞERMNÂK

    f. Mahcub. Utangaç.
  • ŞERMSÂR

    f. Utangaç, müstahyi, mahcub.
  • ŞERNAK

    Göz kapağının ağır ve kalın olması. * Ekinin bir mertebe uzun olması.
  • ŞERNİS

    Eli ve ayağı kaba olan.
  • ŞERR

    Kötü iş, kötülük. Fenâlık. * Kavga. * Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etme. * Fenâ adam, fenâlık yapan adam, kötü adam. * Daha kötü, en kötü.
  • ŞERR Ü FESAD

    Kötülük ve bozukluk. şer ve fesat.
  • ŞERREDE

    Ayırdı mânâsına Teşridden mâzi fiili. (Bak: Teşrid)
  • ŞERR-İ MAHZ

    Sırf şer. Hiç hayır ciheti olmayan şer ve musibet.
  • ŞERR-ÜN NÂS

    İnsanların en kötüsü, en zararlısı.
  • ŞERŞERE

    Ateş üstüne koyunca cızlayıp ötmek. * Yarmak. * Kesmek. * Meta, mal mülk. * Ağırlık. (Bu mânâya C.: Şerâşir)
  • ŞERUR

    Çok şerli.
  • ŞERVAL

    f. şalvar.
  • ŞERVAT

    Uzun, tavil.
  • ŞERYE

    Çekirdekten biten hurma ağacı. * Az pahalı nesne.
  • ŞERZ

    (C.: Şerâriz-Şevâriz) Şiddet. * Zorluk. * Kuvvet. * Kalabalık, galizlik. Kat'etmek, kesmek.
  • ŞERZE

    f. Kuduruk, kudurmuş.
  • ŞERZİME

    Küçük insan topluluğu. (Bak: Şirzime)
  • ŞESAR

    (Şâsır) Geyik buzağısı. (Müe: Şesara)
  • ŞESASA

    şiddet. * Yaramazlık. * Sığır üstüne yük vurmak. * Kuru ve sert yer. * Acele.
  • ŞESEL

    Yoğunluk.
  • ŞESEN

    Huşunet, haşinlik.
  • ŞESİB

    Yay.
  • ŞESİS

    Sütü gitmiş hayvan.
  • ŞESS

    (C.: şisâs) Boya otu.
  • ŞEST

    f. Balık oltası. * Okçuların parmaklarına taktıkları yüksük.
  • ŞESU'

    Uzak. * Ayakkabısının tasması parçalanmış olan.