(Terkib. C.) Terkibler. * Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar.
TERAKKİ
İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. * Artma, çoğalma. * Bilgi ve medeniyetçe yükseliş.(Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)
TERAKKİCU
f. Terakki isteyen, terakki taraftarı.
TERAKKİPERVER
f. Terakkiyi seven. İlerlemeyi seven.
TERAKKİŞİKEN
f. Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan.
TERAKKİYÂT
(Terakki. C.) Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler.( $ Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın dâva-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, talim-i esmâdır" diyor. İşte sair enbiyanın mu'cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın mu'cizesi umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor. Cenab-ı Hak (Celle Celâlühü), mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: "Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvasında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi, mâdem O'nun evlâdı ve vâris-i istidadısınız. Bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda, bütün mahlukata karşı, rüçhaniyetinize liyâkatınızı göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin, gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismine yapışınız, çıkınız!... Fakat sizin pederiniz, bir def'a şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup Hikmet-i İlâhiyyenin semâvâtından, tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbâları ve hakikatları olan Esmâ-i Rabbâniyyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız...Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun'iyeyi "Tâlim-i Esmâ" unvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san'at; kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir...Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehâsı, Cenab-ı Hakk'ın "İsm-i Adl ve Mukaddir" ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin Hakimane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak'ın "Şâfi" ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i zeminde Rahimane cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıbb kemâlâtını bulur, hakikat olur.Mesela: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmetü'l-Eşyâ, Cenab-ı Hakk'ın (Celle Celâluhu) İsm-i Hakîm'inin tecelliyat-ı kübrasını, müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.İşte sana üç misal!... Sâir kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et. İşte Kur'an-ı Hakîm şu âyette beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek: "Haydi arş ileri" diyor. S.) (Bak: Medeniyet)
TERAKKU'
Sıkıntı ve emek ile kazanma.
TERAKKUB
Bekleme, gözetleme, yol gözleme. * Ümit etme. * Muntazır olma.
TERAKKUBÂT
(Terakkub. C.) Gözetlemeler, beklemeler.
TERAKKUD
Acele etmek.
TERAKKUK
Merhamete gelme, acıma.
TERAKKUS
Raksetme, dansetme. * Devamlı aşağı inip yukarı çıkma.
TERAKRUK
Parlama. Işıklı olma.
TERAKUS
Karşılıklı olarak oynaşıp raksetme.
TERAKÜB
Birbirine bağlanıp kenetlenme. * Birbirinin üzerine binme.
Edb: Rübâinin başka bir ismi. * Terennüm. Nağme, âhenk, makam. * Bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme.
TERANEKÂR
f. Terennüm eden. Öten, ötücü.
TERANEPERDÂZ
f. Makamla şarkı söyliyen.
TERANESÂZ
f. Öten, ötücü.
TERANEZÂR
f. Ahenkli ve cümbüşlü yer.
TERANEZEN
f. Şarkı söyleyen.
TERANİ
(Reeye. den) Sen beni görürsün veya görüyorsun (mânasına fiil).
TERARİH
(Türrehe. C.) Saçmasapan ve mânâsız sözler.
TERA'RU'
Deprenmek. * Büyümek. * Çocuğun hareket etmesi.
TERASET
Kalkancılık.
TERASUF
(Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.
TERASÜL
(C.: Terasülât) Haberleşme, mektublaşma.
TERATİR
Büyük işler.
TERA'UD
(Ra'd. dan) Titreme.
TERAVET
Tazelik. (Bak: Taravet)
TERAVİH
Ramazan gecelerinde kılınan ve sünnet olan yirmi rek'atlık namaz.
TERAVUH
Ayakta çok durmak icab ettiği zamanlar, kâh sağ ayak üzerine ve kâh sol ayak üzerine durmak.
TERAZİ
(Rıza. dan) Birbirini razı etme. Uyuşma.
TERAZU
f. Terazi.
TERB
Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak.
TERBA
Toprak. Yer, arz.
TERBAB
Toprak.
TERBİ'
Gazelin her beytine ikişer mısra ilâve ederek onu âdeta murabba (dörtlük) şekline koyma. * Dörde bölme. * Dört köşe etme.
TERBİAN
Dört köşeli olarak. * Murabba (kare) olarak.
TERBİL
Ayırmak.
TERBİŞ
(Ok) yeleklemek.
TERBİT
Zeytinyağı vermek.
TERBİYE
Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.