T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TERAİB

    (Teribe. C.) Tıb: Göğüs kemikleri. Kaburga kemikleri. Gerdanlık yeri.
  • TERAK

    f. Yarık, çatlak. * Gürültü, çatırdı.
  • TERAKİB

    (Terkib. C.) Terkibler. * Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar.
  • TERAKKİ

    İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. * Artma, çoğalma. * Bilgi ve medeniyetçe yükseliş.(Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)
  • TERAKKİCU

    f. Terakki isteyen, terakki taraftarı.
  • TERAKKİPERVER

    f. Terakkiyi seven. İlerlemeyi seven.
  • TERAKKİŞİKEN

    f. Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan.
  • TERAKKİYÂT

    (Terakki. C.) Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler.( $ Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın dâva-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, talim-i esmâdır" diyor. İşte sair enbiyanın mu'cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın mu'cizesi umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor. Cenab-ı Hak (Celle Celâlühü), mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: "Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvasında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi, mâdem O'nun evlâdı ve vâris-i istidadısınız. Bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda, bütün mahlukata karşı, rüçhaniyetinize liyâkatınızı göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin, gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismine yapışınız, çıkınız!... Fakat sizin pederiniz, bir def'a şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup Hikmet-i İlâhiyyenin semâvâtından, tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbâları ve hakikatları olan Esmâ-i Rabbâniyyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız...Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun'iyeyi "Tâlim-i Esmâ" unvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san'at; kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir...Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehâsı, Cenab-ı Hakk'ın "İsm-i Adl ve Mukaddir" ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin Hakimane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak'ın "Şâfi" ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i zeminde Rahimane cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıbb kemâlâtını bulur, hakikat olur.Mesela: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmetü'l-Eşyâ, Cenab-ı Hakk'ın (Celle Celâluhu) İsm-i Hakîm'inin tecelliyat-ı kübrasını, müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.İşte sana üç misal!... Sâir kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et. İşte Kur'an-ı Hakîm şu âyette beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek: "Haydi arş ileri" diyor. S.) (Bak: Medeniyet)
  • TERAKKU'

    Sıkıntı ve emek ile kazanma.
  • TERAKKUB

    Bekleme, gözetleme, yol gözleme. * Ümit etme. * Muntazır olma.
  • TERAKKUBÂT

    (Terakkub. C.) Gözetlemeler, beklemeler.
  • TERAKKUD

    Acele etmek.
  • TERAKKUK

    Merhamete gelme, acıma.
  • TERAKKUS

    Raksetme, dansetme. * Devamlı aşağı inip yukarı çıkma.
  • TERAKRUK

    Parlama. Işıklı olma.
  • TERAKUS

    Karşılıklı olarak oynaşıp raksetme.
  • TERAKÜB

    Birbirine bağlanıp kenetlenme. * Birbirinin üzerine binme.
  • TERAKÜL

    Vuruşmak, döğüşmek.
  • TERAKÜM

    Birikme, yığılma. * Birbiri üzerine sıkışma.
  • TERAKÜMÂT

    (Teraküm. C.) Toplanmalar, yığılmalar, birikmeler.
  • TERAMİ

    Oklaşmak, karşılıklı olarak ok atışmak.
  • TERANE

    Edb: Rübâinin başka bir ismi. * Terennüm. Nağme, âhenk, makam. * Bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme.
  • TERANEKÂR

    f. Terennüm eden. Öten, ötücü.
  • TERANEPERDÂZ

    f. Makamla şarkı söyliyen.
  • TERANESÂZ

    f. Öten, ötücü.
  • TERANEZÂR

    f. Ahenkli ve cümbüşlü yer.
  • TERANEZEN

    f. Şarkı söyleyen.
  • TERANİ

    (Reeye. den) Sen beni görürsün veya görüyorsun (mânasına fiil).
  • TERARİH

    (Türrehe. C.) Saçmasapan ve mânâsız sözler.
  • TERA'RU'

    Deprenmek. * Büyümek. * Çocuğun hareket etmesi.
  • TERASET

    Kalkancılık.
  • TERASUF

    (Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.
  • TERASÜL

    (C.: Terasülât) Haberleşme, mektublaşma.
  • TERATİR

    Büyük işler.
  • TERA'UD

    (Ra'd. dan) Titreme.
  • TERAVET

    Tazelik. (Bak: Taravet)
  • TERAVİH

    Ramazan gecelerinde kılınan ve sünnet olan yirmi rek'atlık namaz.
  • TERAVUH

    Ayakta çok durmak icab ettiği zamanlar, kâh sağ ayak üzerine ve kâh sol ayak üzerine durmak.
  • TERAZİ

    (Rıza. dan) Birbirini razı etme. Uyuşma.
  • TERAZU

    f. Terazi.
  • TERB

    Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak.
  • TERBA

    Toprak. Yer, arz.
  • TERBAB

    Toprak.
  • TERBİ'

    Gazelin her beytine ikişer mısra ilâve ederek onu âdeta murabba (dörtlük) şekline koyma. * Dörde bölme. * Dört köşe etme.
  • TERBİAN

    Dört köşeli olarak. * Murabba (kare) olarak.
  • TERBİL

    Ayırmak.
  • TERBİŞ

    (Ok) yeleklemek.
  • TERBİT

    Zeytinyağı vermek.
  • TERBİYE

    Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.
  • TERBİYEGÂH

    f. Terbiye yeri. Öğrenme ve yetişme yeri.