T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TERBİYEGERDE

    f. Terbiye edilmiş. Yetiştirilmiş.
  • TERBİYET

    Terbiye kelimesinin Arabi okunuşudur.
  • TERBİYEVÎ

    Terbiyeli. Terbiye ile alâkalı.
  • TERBUB

    İşe vurulmamış davar.
  • TERCEMAN

    (Tercüman) Terceme eden. Bir dilden başka bir dile çeviren. * Birisinin veya bir şeyin maksadını anlatmaya, bir şeyi tasvir ve ifadeye vasıta olan.
  • TERCEME

    (Tercüme) Bir sözü bir dilden başka dile çevirmek. Bir lügatı, diğer bilinen lügata çevirerek anlatmak.("Elhamdülillah" bir Cümle-i Kur'aniyyedir. Bunun en kısa mânası, ilm-i Nahiv ve Beyan kaidelerinin iktiza ettiği şudur: $Yâni: "Ne kadar hamd ve medh varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hasdır ve lâyıktır O zât-ı Vâcib-ül-Vücuda ki, ALLAH denilir. " İşte, "Ne kadar hamd varsa", "El-i istigrak" tan çıkıyor. "Her kimden gelse" kaydı ise, "Hamd" masdar olup, fâili terkedildiğinden, böyle makamda umumiyeti ifade eder. Hem mef'ulün terkinde, yine makam-ı hitabide külliyet ve umumiyeti ifade ettiği için, "Her kime karşı olsa" kaydını ifade ediyor. "Ezelden ebede kadar" kaydı ise; fi'lî cümlesinden ismî cümlesine intikal kaidesi, sebat ve devama delâlet ettiği için, o mânayı ifade ediyor. "Has ve müstehak" mânasını "Lillâh" daki "Lâm-ı cer" ifade ediyor. Çünkü: o "Lâm", ihtisas ve istihkak içindir. "Zat-ı Vacib-ül Vücud" kaydı ise; vücub-u vücud, Uluhiyetin lâzım-ı zarurîsi ve Zat-ı Zülcelâle karşı bir ünvan-ı mülâhaza olduğundan, "Lafzullah" sair esmâ ve sıfâta câmiiyeti ve ism-i Azam olduğu itibariyle, delâlet-i iltizamiye ile delâlet ettiği gibi; Vâcib-ül Vücud ünvanına dahi, o delâlet-i iltizamiye ile delâlet ediyor.İşte, "Elhamdülillah" cümlesinin en kısa ve Ulemâ-yı Arabiyyece müttefekun-aleyh bir mânâ-yı zâhirîsi şöyle olursa, başka bir lisana o icaz ve kuvvetle nasıl tercüme edilebilir? M.)(Ehl-i ilhada kapılan ulemâ-üs-su', milleti aldatmak için diyorlar ki: İmam-ı A'zam, sâir imamlara muhalif olarak demiş ki: "İhtiyaç olsa, diyar-ı baidede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fâtiha yerine Fârisî tercümesi cevazı var. "Öyle ise, biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz?.."Elcevab: İmam-ı A'zam'ın bu fetvasına karşı, başta a'zamî imamların en mühimleri ve sair oniki eimme-i müçtehidîn, o fetvanın aksine fetva veriyorlar. Âlem-i İslâm'ın cadde-i kübrâsı, o umum eimmenin caddesidir; mu'zam-ı Ümmet, cadde-i kübrâda gidebilir. Başka hususi ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar. İmam-ı A'zam'ın fetvası, beş cihette hususidir:Birincisi: Merkez-i İslâmiyetten uzak diyar-ı âherde bulunanlara aittir.İkincisi: İhtiyac-ı hakikiye binaendir.Üçüncüsü: Bir rivayette, lisan-ı ehl-i Cennet'ten sayılan Fârisî lisaniyle tercümeye mahsustur.Dördüncüsü: Fâtiha'ya mahsus olarak cevaz verilmiş, tâ Fâtiha'yı bilmeyen namazı terketmesin.Beşincisi: Kuvvet-i imandan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maâni-i mukaddesenin, avâmın tefehhümüne medâr olmak için cevaz gösterilmiş. Halbuki, za'f-ı imandan gelen ve menfi fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-i Arabîye karşı nefret ve zaaf-ı imândan tevellüd eden meyl-i tahrip sâikasıyla tercüme edip Arabî aslını terketmek, dini terk ettirmektir! M.)(Terceme: Bir kelâmın mânasını diğer bir lisanda dengi bir tâbir ile aynen ifade etmektir. Terceme aslın mânasına tamamen mutabık olmak için sarahatte delâlette, icmalde tafsilde, umumda hususda, ıtlakta takyidde, kuvvette isabette, hüsn-i edada, üslub-u beyanda, hâsılı ilimde, san'atta asıldaki ifadeye müsavi olmak iktiza eder. Yoksa tam bir terceme değil, eksik bir anlatış olmuş olur. Halbuki muhtelif lisanlar beyninde hutut-i müştereke ne kadar çok olursa olsun, herbirini diğerinden ayıran birçok hususiyetler de vardır.Onun için lisanî hususiyeti olmayıp sırf akl u mantıka hitab eden kuru ve fennî eserlerin kabiliyet-i ilmiyesi terakki etmiş olan lisanlara hakkıyla tercemesi kabil olduğunda söz yoksa da hem akla, hem kalbe yahut yalnız zevk ü hissiyata hitab eden ve lisan nokta-i nazarından edebi kıymeti ve zevk-i san'atı haiz bulunan canlı ve bediî eserlerin tercemelerinde muvaffakiyet görüldüğü nadirdir. (Elmalılı Tefsiri)
  • TERCEME-İ HÂL

    Hal ve hayatını anlatma. Biyografi.
  • TERCİ'

    (Rücu'. dan) Geri döndürme, geri çevirme. * Sesini yükseltmek.
  • TERCİÂT

    (Terci'. C.) Döndürmeler, geri çevirmeler.
  • TERCİB

    (C.: Tercibât) Ululama, tazim. * Meyvesi çok olan ağacın dalları altına destek koyma.
  • TERCİH

    Üstün tutmak. Bir şeyi diğerinden fazla beğenmek, fazla itibar etmek.
  • TERCİH BİLÂ MÜRECCİH

    Hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak.
  • TERCİHÂT

    (Tercih. C.) Üstün tutmalar, tercihler.
  • TERCİ'-İ BEND

    f. Gazel şeklinde aynı vezinde yazılı manzumelerin "vâsıta" denilen bir beyti ile birbirine bağlanmış şekli. Vâsıta beyti tekerrür ederse terci-i bend; tebeddül ederse (değişirse) terkib-i bend olur. Bendlerin her birisine, terci-i bendlerde "terci'hâne"; terkib-i bendlerde "terkibhâne" denir. (Edb. L.)
  • TERCİL

    Arıtmak. * Saçını tarayıp düzeltmek.
  • TERCİM

    (Recm. den) Taşlama. Taşlayarak öldürme. Recmetme.
  • TERCİYE

    Ümitli olma, umma.
  • TERDAD

    Tekrar.
  • TERDEST

    (C.: Terdestân) f. Eli işe yatkın, usta, mâhir.
  • TERDESTÎ

    f. Ustalık, el yatkınlığı, mahâret.
  • TERDİD

    Geri çevirmek, geriletmek. * Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek. * İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.
  • TERDİF

    (C.: Terdifât) (Redf. den) Peşinden ardı sıra yürütme.
  • TERDİFEN

    Arkasından yürüterek. Katarak.
  • TERDİYE

    (Ridâ. dan) Örtme. Örtü ile kapatma.
  • TERE'

    Dolu nesne. * Kötülüğe ve şerre koşan kimse.
  • TEREB

    Fakir olmak, fakirleşmek.
  • TEREBBU'

    Bağdaş kurup oturmak. * Dört bacaklı olmak.
  • TEREBBUH

    Sarkmak, sülpük olmak.
  • TEREBBÜB

    Fakirlik.
  • TEREBBÜL

    İkdam. *Cür'et.
  • TEREBBÜT

    Eğlenmek.
  • TERECCİ

    (Recâ. dan) Rica etme, yalvarma. * Ümidetme, umma.
  • TERECCUH

    Üstün olmak. Bir tarafa meyletme.
  • TERECCUH BİLÂ MÜRECCİH

    Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebebsiz üstün bulunması ki; böyle bir hal imkânsızdır, muhaldir.
  • TERECCÜF

    Deprenmek, hareket etmek.
  • TERECCÜL

    Paklanmak, temizlenmek. * Süslenmek, ziynetlenmek. * Saç ve sakal taramak. * Yayan yürümek. * Kuyu içine girmek.
  • TEREDDİ

    Gerilemek. Soysuzlaşmak. Aşağı düşmek. * Şal ve örtü örtünmek.
  • TEREDDÜD

    Kararsızlık. Bir mes'ele hakkında karar veremiyerek şüphede kalmak.
  • TEREDDÜDÂT

    (Tereddüd. C.) Tereddüdler.
  • TEREF

    İyi ve güzel yemek. * Yumuşaklık. * İnce, güzel şey.
  • TEREFFU'

    Yükseğe çıkmak. Yukarı kalkmak. * Fazlalaşmak.
  • TEREFFUÂT

    (Tereffu'. C.) Yukarı kalkmalar, yükselmeler.
  • TEREFFUK

    (Rıfk. dan) Tatlı dil ve güler yüzlülükle davranma. Yumuşaklıkla muâmele etme.
  • TEREFFÜH

    Refaha ermek. Bolluk ve rahatlık içinde geçinmek. Bolluğa kavuşmak.
  • TEREFRÜF

    Titremek. * şefkat göstermek.
  • TEREHHUS

    Müsaade, ruhsat bulma. * Ucuzlama.
  • TEREHHÜB

    Korku içinde olarak Allah'a sağlam kulluk etmek.
  • TEREHHÜM

    (Bak: Terahhum)
  • TEREK

    Eski Türk odalarına, insan boyu yüksekliğinde olmak üzere duvarlara boydan boya yapılan raflara verilen addır. Dükkânlarda eşya koymağa mahsus bölmeli raflara da terek denilir.
  • TEREKAT

    (Tereke. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, terekeler.