Kur'an-ı Kerim'i usulüne göre okumak, mânâsını tefekkür etmek.
TİLHAH
Devamlı olarak bir yerde durmak.
TİLKA'
Taraf, yön, cihet. * Hiza. * Mülâkat. Görüşmek ve buluşmak.
TİLKA-İ NEFİS
Nefis tarafından. Nefis cihetinden.
TİLLE
f. İşlenmemiş altın.
TİLLE
Basamak. * Sıradağ.
TİLMİZ
Çırak. Talebe. Kalfa.
TİLMİZÂNE
f. Talebe gibi. Tilmize yakışır surette.
TİLMİZİYET
Talebelik, tilmizlik, öğrencilik.
TİLTAL
Hareket ettirmek.
TİLTİLE
Sabırsız olmak. * İşi güç olmak. * Hurma çöpünden yapılan bardak.
TİLV
Tâbi.
TİMAR
f. Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet. * Sipâhiye verilen öşrü alınacak arazi. (Bak: Zeâmet)
TİMAR-HÂNE
f. Akıl hastahanesi, tımarhâne.
TİMLAK
Mülayemet etmek, yumuşaklık göstermek. * Tereddüt etmek, karar verememek.
TİMRAD
(C.: Temârid). Güvercin yuvası.
TİMSAL
Resim, suret, sembol, nümune. Tasvir. Bir şeyi başka bir şeye benzetmek. Heykel.(Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesâire gibi, tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler. Çünkü asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nurânilerin timsalleri ise, asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünkü o timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu, ziyasiyle şuurlu olurdu. Renkleri ile de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salâvat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur. M.N.)
TİMŞEK
İç mest üstüne vurulan parça, yapılan yama.
TİMTAM
Dilini "te" harfine alıştırmış olan kimse.
TÎN
İncir.
TÎN
(C.: Etyân) Balçık. * Mektup gibi şeyleri mühürlemek.
TÎN SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 95. suresinin ismidir. Mekkîdir. Vettîni Suresi de denir.
TİNAE
Mukimlik, ikamet etmeklik. Ayakta durmak.
TİNAVE
Müzakereyi terketmek. Görüşmeyi bırakmak.
TİNBAL
Kısa, bodur kimse.
TÎNE
(Tıynet) Balçık. * Hilkat, yaratılış.
TİNNÎN
Büyük yılan, ejder, ejderha. * Koz: Gökte yedi burc boyunca uzanan hafif beyazlık. * Ejderha burcu. Semânın şimal yarım küresinde Küçük Ayı burcunu etrafından saran, kıvrılıp bir yıldız dörtgeni ile nihayet bulan bir burç.
TİNNÎNEYN
İki yılan. Mc: İki yılana benzetilen güneş ve ayın medârının farazî kavisleri.(Derecât-ı şemsiye medarı olan "mıntıkat-ül büruc" tabir ettikleri daire-yi azime, menazil-i Kameriyenin medarı bulunan mâil-i Kamer dairesi, birbiri üstüne geçmekle o iki daire, her birisi iki kavis şeklini vermiş. O iki kavise Felekiyyun uleması lâtif bir teşbih ile büyük iki yılan nâmı olan tinnîneyn namını vermişler. L.)
TİNNÎN-İ FELEK
Saman yolu, hacılar yolu. Gökteki husuf ve küsuf mevkileri olan iki düğüm.
TİNNÜ
Beraberlik, eşitlik.
TİP
t. Benzerlerinin ana vasıfları kendinde görülen ideal örnek, misal.
TİPİK
t. Nümune, örnek olarak. Benzer.
TİR
f. Ok.
TİR'ABE
Deve hörgücü.
TİR'ABE
Deve hörgücünün bir miktarı.
TİRAMOLA
İtl. Halat çekme.
TİRASE
(Türs. C.) Ask: Kalkanlar.
TİRAŞ
f. Tıraş. * Üst taraftan yontarak düzelten. * Üst taraftan düz olarak yontma.
TİRAŞİDE
f. Tıraş olmuş, tıraş edilmiş. * Yontulmuş, düzleştirilmiş.
TİRB
(C.: Tirâb-Etrâb) Anasından saçlı ve dişli doğan oğlan. * Yaşta diğerine eşit olan nesne. * Lezzet.