G Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • GARABET

    Yabancılık. Gariblik. * Tuhaflık. * Âcizlik, beceriksizlik. * Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak. * Iraklık. * Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında kullanılması.
  • GARABET-CU

    f. Tuhaf şeylere meraklı olan, garip şeyler arayan.
  • GARABET-NÜMA

    f. Yabancılık çeken. Garip, tuhaf.
  • GARABÎB

    Katı, siyah şey. * Koyu renkli.
  • GARABİL

    (Gırbâl. C.) Delikleri iri olan elekler, kalburlar.
  • GARABİN

    (Gırbân. C.) Kargalar.
  • GARAİB

    (Garib. C.) Acaib şeyler. Hayret edilecek şeyler. Tuhaflıklar.
  • GARAİBAT

    (Garâib. C.) Garib ve şaşılacak şeyler. Alışılmadık, tuhaf ve acaib nesneler.
  • GARAİBPEREST

    f. Garib, tuhaf şeylere çok düşkün olan ve çok seven.
  • GARAK

    Suya batmak.
  • GARAM

    Helâk. Mahv. * Aşk. Sevdâ. şiddetli arzu. * Hedef.
  • GARAMET

    (C.: Garâmât) Diyet ve borç gibi şeyleri ödeme. Resim, vergi.
  • GARAMETEN

    Herkese eşit olarak, taksim ederek, paylaştırarak, hakkına göre.
  • GARAN

    Tavşancıl kuşunun erkeği. * Açlık. * Zayıflık.
  • GARARE

    (C: Garâyir) Büyük kıl çuval, harar. * Gafil olmak.
  • GARAT

    (Gâret. C.) Yağmalar. Çapulculuklar.
  • GARAYİR

    (Garâre. C.) Büyük kıl çuvallar, hararlar.
  • GARAZ

    (C: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin. * Ok atılan nişan. * Izdırab. Acı. * Zelillik.
  • GARAZ-ALUD

    f. Garezi, hususi bir maksadı olan.
  • GARAZEN

    Düşmanlıkla, garez ederek.
  • GARAZ-I ASLÎ

    Asıl gaye, esas maksad.
  • GARAZ-KÂR

    f. Düşmanlıkla, eden, hased eden, kin güden.
  • GARAZKÂRANE

    f. Hased ve düşmanlıkla.
  • GARB

    (C: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı. * Sığır derisinden yapılan büyük kova. * Sakaların su koydukları büyük tulum. * Atıldıktan sonra bulunmayan ok. * Yürügen at. * Nasır acısı (gözde olur). * Göz yaşı. * Göz yaşının geldiği damar. * Kenar.
  • GARBEN

    Batıdan, garb cihetinden, batı tarafından.
  • GARB-I CENUBÎ

    Güney batı.
  • GARB-I ŞİMALÎ

    Kuzey batı.
  • GARBÎ (GARBİYYE)

    Batı ile alâkadar, Avrupa'ya mensub. * Aşağı Mısır'ın batı kısımları.
  • GARBİYYUN

    Garplılar, Avrupalılar. Batı memleketleri ahalisi.
  • GARDE

    (C: Megârid) Mantar.
  • GARDİYAN

    Fr. Kolcu, nöbetçi, muhafız.
  • GARE

    (C: Gârât) Bükmek.
  • GAREB

    Gümüş kadeh. * Kavak ağacı. * Havuzla kuyu arasına dökülen su. * Bir nevi koyun hastalığı.
  • GARED

    Güzel ses.
  • GARENG

    f. Çığlık, feryat.
  • GARER

    Sonu mâlum olmayan, neticesi bilinmeyen.
  • GARES

    Açlık.
  • GARET

    (A, uzun okunur) Yağmacılık. Düşmanın malını yağma etmek. * Göbek.
  • GARETGER

    (A, uzun okunur) f. Yağmacı. Çapulcu.
  • GARET-GER

    Yağmacı. Çapulcu.
  • GARETGERÂN

    f. Yağmacılar, çapulcular.
  • GAREYN

    (A, uzun okunur) Alt ve üst çene, yâni ağız. * İki gar.
  • GAREZ

    Kayıştan yapılan üzengi. * Ağaç üzengi.
  • GARF

    (C: Guref-Agrâf) Kurtarmak. * El ile su almak. * Bir şeyi kesmek.
  • GARGARA

    Suyu, içilen ilâcı veya başka bir sıvıyı, boğazda oynatıp çalkalama. * Tavuk ve güvercinin ötmesi. * Can boğaza gelip tereddüt etmek. * Çömleğin kaynayıp fıkırdaması. * Çoban koyuna haykırıp çağırması.
  • GARÎ

    f. Kararsız, sebatsız.
  • GARİB

    (A, uzun okunur) Batan. Gurub eden. * İki omuz arası. * Devenin hörgücüyle boynu arası.
  • GARİB(E)

    Hayret verici. Tuhaf. * Kimsesiz. Zavallı. * Gurbette olan.
  • GARİBANE

    f. Garip gibi, garip kimselere yakışır şekilde, garipçesine.
  • GARİB-NÜVAZ

    f. Kimsesizlere ve gariplere yardım eden. Biçareleri ve zavallıları koruyan.