Cenab-ı Hakk'ın vahiy ile peygamberlere kitab göndermesi.
İNZAR
(C.: İnzârât) (Nezr. den) Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek.
İNZAR
(Nazar. dan) Te'hir etme, geciktirme. İmhal.
İNZARAT
(İnzar. C.) İhtarlar, tenbihler.
İNZILAM
Zâlimin zulmüne boyun eğme.
İNZIMAM
(Zamm. dan) Bir birine ilâve olunmak, katılmak. Yapışmak. Birbiri ile alâkalı oluş.
İNZİAC
Yerinden koparma, sökülme. * Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak.
İNZİBAT
Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması. * Sağlamlaşmak. * Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu.
İNZİBATÎ
Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı.
İNZİCAR
Çekilmek, vazgeçmek.
İNZİMAM
(Bak: İnzımam)
İNZİMAM
Bağlanma. * Yular ile bağlanma.
İNZİVA
Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.
İNZİVA-GERDE
f. İnzivaya çekilen.
İP PARASI
Mc: Belâyı savmak için verilen şey.
İPLİKHANE
Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır. * Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi.
İPNOTİZMA
(Fr: Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli. * Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler.
İPOTEK
Fr. Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin.
İPTİDA
(Bak: İbtida)
İPUCU
Mc: Emare, işaret, alâmet, delil, vesika.
İRA
Bağış yapma, iyilikte bulunma. * Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama.
İ'RA
Çıplak bırakma, soyma.
İR'Â
Otlatma.
İ'RAB
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak. * Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
İRABE
Şüphelendirme, şüpheye düşürme.
İRABET
Akıl, anlayış, kavrayış.
İRAD
Varid kılmak. Getirmek. Söylemek. * Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç.
İR'AD
Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek. * Kılıç parlatmak. * Kadın yüzünü kendisi açmak.
İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.(İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. İradenin zıddı kerâhet; ihtiyarın zıddı icâb ve ıztırardır. İrade, hakikatte dâima ma'duma taalluk eder. Çünkü, bir emrin husûl ve vücudu için o, tahsis ve takdir eder.) * Fık: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu mutlak olur.(Âdetullah üzerine irade-i külliye-i İlâhiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallukundan sonra o taalluk eder. Öyle ise cebir yoktur. İ.İ.) (Bak: Vicdan)
İRADE-İ ALİYE
Tar: Sadrazam tarafından verilen emir. Bu emir yazılı olduğu gibi, şifâhi de olurdu. Yazılı olana "iş'arat-ı âliye" de denilirdi.
İRADE-İ CÜZ'İYYE
Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
İRADE-İ İLÂHİYE
Külli irade. Allah'ın emri ve isteği.
İRADE-İ KÜLLİYE
Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.
İRADE-İ SENİYYE
Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır. * Çok yüksek ve mühim yerden gelen emir.
İRADE-İ ŞÂHANE
Padişahın emri, fermanı, buyruğu.
İRADE-İ ZÂTİYE
Bir adamın kendi arzu ve isteği.
İRADET
İrade, istek, dileme. * Gönül isteği.
İRAD-I KELÂM
Söz irad etme, söz söyleme.
İRAD-I MESEL
Edb: Bir fikri isbat için misal getirme. Buna İrsal-i mesel de denir.
İRAD-I NUTK
Nutuk iradetme. Nutuk söyleme.
İRADÎ
İrade ile alâkalı, iradeye dâir.
İRAE
Göstermek, göstererek öğretmek. * Göz önüne koymak. * Gösteriş.