Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.
LAFZ-I KÜLLÎ
Man: Mânâsı umumi ve herkesçe müşterek olan lâfız. "İnsan" gibi.
LAFZ-I MUHTEMEL
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
LAFZ-I MURAD
Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.
LAFZ-I MÜFESSER
Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.
LAFZ-I MÜREKKEB
Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.
LAFZ-I MÜŞEBBİ'
Doyurucu, tatmin edici söz.
LAFZ-I MÜŞTEREK
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
LAFZ-I VÂHİD
Tek söz.
LAFZ-I ZÂHİR
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.
LAFZÎ
Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
LAFZİYE
Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.
LAFZ-PERDAZANE
f. Çeşitli ve çok söyleyerek.
LAFZULLAH
Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
LAG
f. Lâtife, şaka. * Oyun.
LAGAR
f. Cılız ve zayıf hayvan.
LAGARÎ
f. Cılızlık, zayıflık.
LAGB (LÜGÂB)
Zahmet, meşakkat. * Güve yemiş kuş kanadı. * Zayıf adam.
LAGIB
Acıkmış ve yorulmuş kişi.
LAGİYE
Edebe aykırı ve fena söz.
LAGLAGA
(C.: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.
f. Sürçme, kayma. * Kayış, sürçüş.-LAH : f. Kelimenin sonuna ilâve olunarak "yer" mânâsını verir. Meselâ: (Senglâh: Taşlık yer.)
LAĞIM
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır. * Kazurat ve çirkef sularının akmasına mahsus örtülü yol.
LAH'
(Gövde) sülpük ve sarkık olmak.
LAHA
Boş ve faydasız sözler konuşmak. * Ekmeği ıslatıp yemek. * Gıda. * Aldatıp kandırmak. * Karnın sarkık ve sülpük olması.
LAHA
f. Yama.
LAHAMET
Semizlik, etlilik, şişmanlık.
LAHAN
Bozulup kokmak.
LÂHAVLE
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
LÂHAYR
Uğursuz, hayırsız.
LÂHAYRE FİH
Bu işte hayır ve uğur yok.
LAHB
Sür'atle gitmek. * Eti kemikten ayırıp soymak.
LAHC
Dar olmak. * Bir nesne, kabında paslanıp çıkmamak.
LAHD (LUHD)
(C.: Lühud) Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar. * Eğilmek. * Bir tarafına meyilli olan çukur.
LAHE
f. Yama.
LAHF
şiddetli vuruş.
LAHF
Örtmek, setr etmek.
LAHH
Ulaşmak, varmak. * Yağmuru kesilmeyen bulut.
LAHH
Göz yaşının çok olması.
LAHHAM
Kaz gibi büyük, başı kızıl, kanadı kara bir kuş. Vezega dedikleri keler.
LÂHIK
Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan. * Fık: Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan.