Asıl isminden başka sonradan takılan ad. Meşhur olan birinin sonradanki adı.
LAKAF
Duvar yıkılmak.
LAKANE
Zeki ve seri anlayışlı olmak.
LAKANIK
Sucuk gibi içi doldurulmuş olan şey.
LAKAT
Yabandan toplanan nesne. * Mâdende bulunan gümüş ve altın parçaları.
LÂKAYD
Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
LÂKAYDANE
Kayıtsız ve alâkasızca. Mühimsemiyerek.
LÂKAYDÎ
Kayıtsızlık, ilgisizlik, alâkasızlık.
LÂKELÂM
Hiçbir diyecek yok.
LAKF
Yutmak, bel etmek.
LAKH (LAKÂH)
Davar yüklü olmak.
LÂKIH
(C: Levâkıh) Ağaca su yürüten rüzgâr. * Yağmur yağdıran rüzgâr. * Karnında yavrusu olan hamile deve.
LÂKIS
Kötüleyici ve ayıplayıcı kimse.
LAKÎ
(Lâkıy) İtibarsız ve değersiz, zelil kimse. * Önemsiz ve kıymetsiz şey.
LAKÎM
Yontulmuş veya yonulmuş.
LÂKİN
Amma. Fakat. Ancak. şu kadar var ki.
LÂKİNNE
İstidrak edatıdır. İdrak istemek, anlamak istemek edatıdır ve bulunduğu kelimede bir şeyin anlamak istendiğini bildirir. Evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanılır. (Bak: İnne)
LÂKİŞE
Tutmaç aşı.
LAKÎT(A)
Yerden kaldırıp alınmış ve sahipsiz kalmış bir şey. Sokakta bulunan mal, para. * Sokağa atılmış yeni doğmuş çocuk. (Bak: Lukata) * Üzerine ansızın gelinen kuyu.
LAKK
Vurmak.
LAKLAK
(C.: Lekâlik) Leylek.
LAKLAKA
Leylek sesi. * Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses. * Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak. * Boş ve mânasız söz.
LAKLAKIYYAT
(Laklaka. C.) Faydasız, boş lâkırdılar; mânâsız sözler.
LAKM
Çabuk çabuk yemek yemek. Yutmak. * Seddetmek.
LAKN
Anlamak. Fehmetmek. Çabuk kavramak.
LAKPÜŞTE
f. Kaplumbağa.
LAKS
Yakmak. * Almak.
LAKS
Lâkab takmak. * Ayıplamak. * Yaramaz olmak.
LAKT
Dermek, toplamak, cem'etmek. * Ansızdan bir nesneye yetişmek.
LAKVE
Ağız çarpılması.
LA'L
Kırmızı. Al renk. * Dudak. Kırmızı ve kıymetli bir süs taşı.
LÂL
f. Dilsiz. Söz söyleyemiyen.
LÂL Ü EBKEM
Şaşa kalmış. Sükuta mecbur olmuş. Susmuş.
LALA
f. Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi. * Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler. * Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine bakmak üzere "lâla" istihdam ederlerdi. Lâla, görünüşte hizmetkâr vaziyetde idiyse de, terbiyesi kendisine havale olunan çocuğa karşı âmir yerinde bulunur; esasen yaşlı ve kâmil insanlardan seçildikleri için çocuklar da kendisine bir mürebbi, bir hoca gibi tâzim ve hürmet ederlerdi.
LA'LAA
Kırmak.
LALE
Lâle denen meşhur çiçek. * Vaktiyle suçluların ve delilerin boynuna takılan halka. * İncir koparmak için ucu çatallı değnek.
LALEFAM
f. Lâle renginde. Rengi lâlenin rengine benzeyen.
LALEGUN
f. Lâle renkli. Pembe.
LALEHADD
f. Lâle yanaklı. Yanakları pembe renkte olan.
LALEK
(Lâlekâ) f. Taç. * Papuç, ayakkabı. * Horoz ibiği.