Medh olmaya müstehak, medhe lâyık. Öğülmüş, medh ü senâ olunmuş. * Peygamberimizin isimlerindendir. * Tar: Ebrehe'nin Kâbeyi yıkmak için getirdiği filin adı.
MAHMUDİYE
Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi. * Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın. * Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş kuruş değerinde olan ince altın sikke.
MAHMUD-U BİL-ITLAK
Her cihetle ve bütün hallerde medhe ve hamde elyak olan Cenab-ı Hak.(Hiç mümkün müdür ki: Bir baharı halk edemiyen ve bütün meyveleri icad edemiyen ve yeryüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen; onların bir misal-i musaggarı olan bir elmayı halk edip o elmayı ni'met olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bilıtlak'a hamd noktasında iştirak etsin. Hâşâ! M.)
MAHMUD-ÜL HİSÂL
İyi ahlâk sahibi.
MAHMUD-ÜŞ ŞİYEM
Medhedilecek huylara sâhib olan. Beğenilen ve takdir edilen hasletler kendinde bulunan.
MAHMUL
Yüklenilmiş. Hamlolunmuş. Bir şey arkasına yüklenmiş olan. Üzerine alınmış. * Gr: Bir cümlede fâile yükletilen işi, oluşu veya hâli gösteren fiil. * Man: Müsned, haber. "İnsan nâtık" cümlesinde "İnsan" mevzu, "nâtık" mahmuldur.
(Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet. * Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek için kullanılan mâden tekerlekçik. * Bir yapıyı veya duvarı, dıştan beslemek için kullanılan destek, payanda. * Bir köprünün ayaklarının uç kısmında çıkıntı yapan taş kütlesi. * Düşman gemisinin bordasına girmek ve onu batırmak için bazı eski harp gemilerinin ön tarafında bulunan, ileriye doğru uzanmış takviyeli kısım.
MAHMUZ
Oksitlenmiş, hamızlanmış.
MAHN
Cima etmek. * Ağlamak. * Kuyudan su çekmek. * Uzun boylu adam.
(C: Mevâhır) Yarmak. * Yükseltmek. * Rüzgârın çıkardığı gürültü.
MAHRA
Değerli ve itibarlı insan. * Uygun, münâsib ve elverişli şey.
MAHRAB
(C: Mehârib) Cenk edecek, dövüşülecek yer.
MAHREC
Çıkacak yer. * Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer. * Mat: Bayağı kesirde çizginin altındaki sayı. (Payda) * Hususi bir meslek için adam yetiştirmeğe mahsus mekteb ve dâire. (Meselâ: Mekteb-i fünun-u harbiye zâbit mahrecidir.) * Tarik-i ilmiyede büyük bir pâyeye vesile-i irtika addolunan bir rütbe. * Mevleviyet. * Dahilde çıkarılan mahsulât ve emtianın sarfı için hariç memlekette bulunan mahal.
MAHREF
Bostan. Hurmalık. * Yemiş sepeti.
MAHREFE
Yol.
MAHREK
Koz: Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzedilen dâirevi hat, hareket yeri. Mermi yolu.
MAHREK
(Mahrak) Yakılacak yer. Bir şeyin yandığı yer.
MAHREK-İ SENEVÎ
Bir seyyarenin, bağlı olduğu kürenin etrafında dönmesiyle hâsıl olan farazî daire.
MAHREM
İki dağ arasındaki yol.
MAHREM
Gizli. * Dince ve şer'an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır. * Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kızkardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır. Bunlar arasında nikâh asla caiz değildir.) * Çok samimi ve içli-dışlı olan kimse.
MAHREMAN
(Mahrem. C.) Sırlar. Gizli şeyler. Esrar. * Sırdaşlar.
MAHREMANE
f. Gizli ve saklı olarak. Mahrem bir tarzda.
MAHREM-İ ESRAR
Gizli sırlara vakıf olan çok yakın kimse. Gizli sır söyleyen kimse.
MAHREMİYYET
Gizlilik. Mahrem olma hali.
MAHRU
(C.: Mâhruyân) f. Ay yüzlü. Yüzü ay gibi parlak olan. Güzel.
MAHRUB
Harabedilmiş, dağıtılmış.
MAHRUB
Mahrum edilmiş. Elinden varı yoğu alınmış. Bomboş bırakılmış.
MAHRUF
Toplanılmış devşirilmiş meyve.
MAHRUK
Yanan. Yanmış.
MAHRUKAT
Yakılacak madde. Yanan şeyler.
MAHRUKAT-I MÂYİA
Akaryakıt.
MAHRUK-UL FUAD
Yüreği yanık.
MAHRUM
Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak. * Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan. * İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan.
MAHRUMANE
Mahrumcasına. Bahtsız ve nasipsizcesine.
MAHRUMİYYET
Elde edemeyiş. Yokluk. Mahrumluk. İstediğini elde edememe.