M Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • MABTAHA

    (C: Mebâtıh) Kavun karpuz ekecek yer.
  • MA'BUD

    (Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.)
  • MA'BUDE

    Şirk, evham ve putperestlikten doğan kadın heykeli ve emsali put.
  • MA'BUDİYYET

    Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.(İşte şu vaziyette bir insana hakiki ma'bud olacak; yalnız, her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadir-i Zülcelâl, bir Rahim-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcat-ı insaniyyeyi ifa edecek ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sâhibi olabilir. Öyle ise mabudiyete lâyık yalnız Odur. S.) (Bak: Taabbüd)
  • MA'BUD-U Bİ-L HAK

    Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)
  • MA'BUD-U HAKİKÎ

    Hakiki ma'bud olan Cenab-ı Hak (C.C.)
  • MAC

    Tuzlu su.
  • MA'C

    Süratle gitmek, hızlı gitmek. * Yürürken dolaşmak.
  • MACC

    Ağzından sular akan yaşlı deve.
  • MA'CEL

    (C.: Maâcil) Yol. Menzile ulaştıran yol.
  • MA'CEME

    Sabırlı, tahammüllü kimse.
  • MACERA

    Olup geçen şey. Baştan geçen hadise.
  • MACERAPEREST

    f. Maceracı. Macera meraklısı.
  • MA'CES

    Yay kabzası.
  • MA'CEZ

    Çalışmaktan ve maişetten âciz oldukları yer.
  • MACİD

    Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim. * Hoş. Nâzik meşreb.
  • MACİN

    (C: Micân) Her dileğini yapan kimse. * Hile yolunu öğreten.
  • MACUN

    Hamur kıvamındaki ilâç. * Hamur gibi yoğurulmuş şey.
  • MACUŞUN

    Gemi, sefine. * Boyanmış elbise.
  • MAÇ

    f. Öpüş.
  • MAÇİN

    Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın ahalisinden farkları yoktur. Çağatay dili konuşurlar. Kendileri çok tembel; ve zevk ve eğlenceye çok düşkündürler. Ziraat vs. işleri kadınları tarafından yapılır. Tamamı müslüman ve sünnîdirler.
  • MAD

    Yumuşak taze ot.
  • MA'D

    Taze hurma. * Taze ot. * Yumuşak. * Yoğunluk, gılzat. * Gitmek. * Çekmek.
  • MADAHİK

    (Madhek. C.) Güldürücü ve komik kimseler. Soytarılar.
  • MADAK

    Sıkıntı, darlık.
  • MADALLE

    Yolun kaybolduğu yer.
  • MADALYA

    İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.
  • MÂ-DÂM

    Çünkü. Mâdem. Böylece olunca. Dâim ve bâki oldukça.
  • MÂ-DÂM-EL MELEVAN

    Gece gündüzün devamı müddetince.
  • MADARİB

    (Madrab. C.) Darbedilecek, dövülecek yerler.
  • MADCA'

    Yatılan yer. * Kabir. Mezar.
  • MADDE

    Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan. * Asıl, esas, cevher, mâye. * Bend, fıkra, kısım. * İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey. * Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan yara.
  • MADDE-İ ACİNİYE

    Hamur gibi yoğurulmuş cisim.
  • MADDE-İ MUSAVVİRE

    Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
  • MADDE-İ ULYÂ

    Kıymetli cevher maddesi, yüksek madde. Çok kıymetli şey.
  • MADDETEN

    Cismen. Madde ve cisim olarak. * İş olarak, iş ile. * Gözle görülür ve elle tutulur şekilde.
  • MADDÎ

    (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait. * Paraca ve malca. * Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren. * Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
  • MADDİYAT

    (Maddiyet. C.) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler.
  • MADDİYET

    (C.: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni.
  • MADDİYUNLUK

    Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.(Maddiyunluk, mânevi tâundur ki, beşere müthiş sıtmayı tutturdu; gazab-ı İlâhiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe o tâun da tevessü' eder. M.)(Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise, mâneviyatta kördür. M.)
  • MADDİYYUN

    (Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.(Maddiyyun denilen bir kısım ehl-i dalâlet, zerrattaki tahavvülât-ı muntazama içinde Hallâkiyet-i İlâhiyyenin ve kudret-i Rabbâniyenin bir cilve-i âzamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o kudret-i Samedâniyenin cilvesinden gelen umumi kuvvetin nereden idare edildiğini anlıyamadıklarından, madde ve kuvveti ezeli tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine âsâr-ı İlâhiyyeyi isnad etmeye başlamışlar. Fesübhanallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber herbir yerde herbir şeyin icadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri; câmid, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf fırtınaları içinden çalkanan zerrâta ve harekâtına vermek, ne kadar câhilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir. Evet bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler; yâni; bir tek İlâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz İlâhları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yâni; bir tek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtisi olan Ezeliyeti ve Hâlikıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından; o hadsiz, nihayetsiz câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki Uluhiyetlerini kabul etmeye mesleklerince mecbur oluyorlar... L.)
  • MADE

    f. Dişi. Erkeğin zıddı.
  • MA'DELE(T)

    (Ma'dilet) Adalet eylemek. Hak ile hükmeylemek. * Adalet yeri.
  • MA'DELE-İ ULYÂ

    Büyük adalet yeri, yüksek adaletle herkesin muhakemesi görülen yer. Huzur-u İlâhiyedeki adâlet.
  • MA'DELETGÜSTER

    f. İnsaflı, adaletli, vicdanlı ve doğru kimse.
  • MA'DELETKÂR

    f. Âdil, adaletli.
  • MA'DELETPERVER

    f. Doğru, insaflı, adaletli ve vicdanlı kimse.
  • MA'DEN

    Maden. * Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. * Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer. * Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.
  • MA'DENÎ

    Madenden yapılmış. * Madenle alâkalı.
  • MA'DENİYAT

    Madenî oluşlar. Madenler. Madenden çıkan şeyler. Maden ilmi.