M Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • MERATİB

    Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler.
  • MERATİB-İ HAYAT

    Hayat mertebeleri.(Birinci sual: Hz. Hızır (A.S.) hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?Elcevap : Hayattadır, fakat merâtib-i hayat beş'tir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten bazı ulemâ, hayatında şüphe etmişler.Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyeddir.İkinci Tabaka-i Hayat : Hz. Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pekçok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levâzımatiyle daimi mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tâbir edilir. O makama gelen bir veli, Hızırdan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bâzan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telâkki olunur.Üçüncü Tabaka-i Hayat : Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbederler. Adeta beden-i misali letâfetinde ve cesed-i necmi nuraniyetinde olan cism-i dünyevileriyle semavatta bulunurlar. Ahirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Ahirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı Uluhiyete karşı İsevilik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki isevilik şahs-ı mânevisi, Vahy-i Semâvi kılınciyle o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevisini öldürür; öyle de: Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevilik şahs-ı mânevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevisini temsil eden deccalı öldürür... yâni inkâr-ı Uluhiyet fikrini öldürecek.Dördüncü Tabaka-i Hayat : Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Alem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasıl ki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Alem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'idir. Hattâ Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hatta ben kendim Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü'ya-yı sâdıkada, taht-el-Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat, Rus'un istilâsından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz'i rü'ya, bâzı şerait ve emârâtla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.Beşinci Tabaka-i Hayat : Ehl-i kuburun hayat-ı ruhânileridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlâk-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vâkıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri.. ve sâir ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vâkıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair "Yirmidokuzuncu Söz" bu tabaka-i hayatı delâil-i kat'iyye ile isbat etmiştir. M.)
  • MERATİB-İ İLİM

    Bilmek mertebeleri. (Bak: Dimağ)
  • MERAVİH

    (Mirvaha. C.) Yelpâzeler.
  • MERAVİH

    (Mirvaha. C.) Etrâfı açık ve rüzgârlı yerler. Çöller, sahralar. Ovalar.
  • MERAYA

    Aynalar. Mir'âtlar. * Tıb: Hayvanın memeye süt gelen damarları.
  • MERAZİBE

    (Merzuban. C.) Serhat beylerbeyi.
  • MERBA'

    (C.: Merâbi') (Rebi'. den) Yazlık. Yazın oturulan mesken.
  • MERBAA (MURABBAA)

    Dört bucaklı. * Dört katlı.
  • MERBA'-NİŞİN

    f. Yazlıkta oturan.
  • MERBAT

    Davar bağlayacak yer. Ahır, ağıl. * Manastır. * Tekke.
  • MERBU'

    Orta boylu olan.
  • MERBU'

    Köle, kul, memlük.
  • MERBUB

    Köle, kul.
  • MERBUT

    Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik.
  • MERBUTAN

    Merbut olarak. Bağlanmış ve ekli olarak.
  • MERBUTÂT

    (Merbut. C.) Rabt olunup bağlanmış şeyler. Ekli ve bağlı şeyler.
  • MERBUTİYYET

    Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.
  • MERC

    (Merec) Katıştırmak. * Kararsızlık. * Iztırab. * Bozulmak. * Boşa gitmek. * Serbest bırakmak, salıvermek. * Hayvanların salındığı otlak.
  • MERCAN

    Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
  • MERCANE

    Mercan tanesi. (Bak: Mercan)
  • MERCEFAN

    Leğen ve ibrik.
  • MERCİ'

    Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
  • MERCİ'-İ KÜLL

    Bütün işler için müracaat edilen makam.
  • MERCİ'-İ RESMÎ

    Bir idare veya memurun bağlı bulunduğu üst makam.
  • MERCİ'-İ RÜ'YET

    Bir işin görülmesi için başvurulan yer.
  • MERCU

    Ümid edilen. Ümid edilmiş. Rica olunan.
  • MERCU'

    Geri döndürülmüş olan.
  • MERCUH

    (Rüchân. dan) Başkası ona tercih edilmiş olan. * Fık: Mahkemede hasmından evvel müddeasını isbata salâhiyyetli olmayan şahıs. Evvelâ hak iddiaya salâhiyetli olan râcih, ikinci derecede iddiaya sahib olan ise mercuh olur.
  • MERCUM(E)

    (Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş.
  • MERD

    f. Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri.
  • MERD

    Misvak ağacının yemişi. * Emmek. * Silmek. Mesh etmek.
  • MERDA

    Yaralılar. Hastalar.
  • MERDA'

    (C: Merâd) Ot bitmeyen kumlu yer.
  • MERDAN

    (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler.
  • MERDANE

    f. Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. * Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. * Yufka açmağa yarıyan oklava. * Erkek ayakkabısı.
  • MERDANEGÎ

    f. Cesurluk, yiğitlik, merdlik, erkeklik.
  • MERDBAZ

    f. Merd olmayan. Nâmerd. Sözünde durmayan. Orospu.
  • MERDBEÇE

    f. Yiğit oğlu yiğit. Merd oğlu merd.
  • MERDEGA

    (C: Merâdıg) Boğaz ile göğüs arası.
  • MERDEKUŞ

    Merzencüş otu.
  • MERDÎ

    f. Erlik, erkeklik. * Merdlik, cesurluk, yiğitlik. * İnsanlık, hamiyet.
  • MERD-İ GARİB

    Yabancı yerlere, gurbete düşmüş kişi.
  • MERDİVEN

    (Bak: Nerdbân)
  • MERDİYE

    (Bak: Marziye)
  • MERDUD

    Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.)
  • MERDUDİYET

    Merdudluk. Kovulmuşluk, geri çevrilmişlik.
  • MERDUD-ÜŞ ŞEHÂDET

    Şahitlikleri kabul edilmiyenler. * Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.
  • MERDÜM

    f. İnsan. Adam.
  • MERDÜMAN

    (Merdüm. C.) f. İnsanlar, kişiler, adamlar.