Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.
MEVLEVİYYET
Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak. * Mollalık. * Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş. * Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
MEVLİD
Doğma. Dünyaya gelme. * Doğulan yer veya zaman. * Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume. (Bak: Süleyman Çelebi)
Çocuk kendisinin olduğu tebeyyün eden, bilinen baba.
MEVMAT
(C: Mevâmi) Sahrâ. Çöl. * Yazı.
MEVN
Bir kimsenin zahmetini çekmek. * Nafakalarını vermek.
MEVR
Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. * Suyun yeryüzüne yayılması. * Hayvanlardan yün almak. * Yol, tarik. * Toz, gubar. * Rücu etmek, döndürmek.
MEVRİD
Varılan yer. Vasıl yeri. * Cadde. Yol. Tarik.
MEVRİD-İ NASS
Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.
MEVRUD
(C.: Mevrudât) Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen.
MEVRUDÂT
(Mevrude. C.) Gelen şeyler.
MEVRUDE
(C.: Mevrudât) Ulaşmış, gelmiş.
MEVRUS(E)
Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.
(C: Mevâsim) Pazar yeri. * Arap pazargâhları. * Yılın dört kısmından biri. * Zaman. Vakit. Alâmet.
MEVSİM BE MEVSİM
Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.
MEVSİM-İ HARİF
Sonbahar, güz devresi.
MEVSİM-İ SAYF
Yaz mevsimi, yaz devresi.
MEVSİM-İ ŞİTÂ
Kış mevsimi.
MEVSUF
Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan.
MEVSUK
Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
MEVSUKAN
Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.
MEVSUKİYET
Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.
MEVSUK-UL KELİM
Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.
MEVSUL
Erişen. Vasıl olan. * Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş. Vasledilmiş.
MEVSULE
Bitiştirilmiş.
MEVSUM
(Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. * Ad verilmiş, isimlendirilmiş.
MEVSUME
Tamamen baştan aşağı süslü zırh. * Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.
MEVSUT
Ortada. Vasat olan.
MEVT
Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. * Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.(Sual: Furkan-ı Hakîm'de $ gibi âyetlerde: "Mevt dahi, hayat gibi mahluktur, hem bir ni'mettir." diye ifham ediliyor. Halbuki zâhiren mevt, inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdim-ül-lezzattır... Nasıl mahluk ve ni'met olabilir?Elcevab: "Birinci Suâl"in cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkıyeye bir dâvettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkıyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessüh ile, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatiyle tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahluk ve muntazamdır.Hem zihayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvisi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkıye sünbülü verecektir. M.)(Sizlere müjde! Mevt: İdam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in'idam değil; belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediyye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. M.)
MEVTA
Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
MEVTA'
Ayağın bastığı yer.
MEVTAÎ
Ölü gibi, ölüye benzer.
MEVT-ALUD
f. Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi.
MEVTAN
(Mevetan) Cansız. * Baygın.
MEVTIN
(C.: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer.
MEVTÎ
Ölümle ilgili, mevte ait.
MEVT-İ AHMER
Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek. * Tas: Nefse karşı koymak.
MEVT-İ EBYAZ
Ani ölüm. * Açlık.
MEVT-İ ESVED
Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.