M Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • MEVLÂ-YI KERİM

    İkram sahibi olan Cenab-ı Hak (C.C.)
  • MEVLEVÎ

    Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.
  • MEVLEVİYYET

    Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak. * Mollalık. * Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş. * Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
  • MEVLİD

    Doğma. Dünyaya gelme. * Doğulan yer veya zaman. * Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume. (Bak: Süleyman Çelebi)
  • MEVLİD-HÂN

    Mevlid okuyan.
  • MEVLİM

    İncitip acıtan. Elem veren.
  • MEVLUD

    Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri.
  • MEVLUDAT

    (Mevlud. C.) Belirli bir zaman içinde doğanlar.
  • MEVLUDÜN LEH

    Çocuk kendisinin olduğu tebeyyün eden, bilinen baba.
  • MEVMAT

    (C: Mevâmi) Sahrâ. Çöl. * Yazı.
  • MEVN

    Bir kimsenin zahmetini çekmek. * Nafakalarını vermek.
  • MEVR

    Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. * Suyun yeryüzüne yayılması. * Hayvanlardan yün almak. * Yol, tarik. * Toz, gubar. * Rücu etmek, döndürmek.
  • MEVRİD

    Varılan yer. Vasıl yeri. * Cadde. Yol. Tarik.
  • MEVRİD-İ NASS

    Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.
  • MEVRUD

    (C.: Mevrudât) Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen.
  • MEVRUDÂT

    (Mevrude. C.) Gelen şeyler.
  • MEVRUDE

    (C.: Mevrudât) Ulaşmış, gelmiş.
  • MEVRUS(E)

    Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.
  • MEVRUSAT

    Mirastan gelenler.
  • MEVS

    Yıkamak.
  • MEVS

    Ekmeği suyla ıslatmak.
  • MEVS

    Yolmak. Traş etmek.
  • MEVSIK

    İtimad etmek. Emniyet etmek. İnanmak. * Yemin. Sözleşme.
  • MEVSİL

    (Vusul. den) Kavşak. Kavuşacak yer. * Ek yeri.
  • MEVSİM

    (C: Mevâsim) Pazar yeri. * Arap pazargâhları. * Yılın dört kısmından biri. * Zaman. Vakit. Alâmet.
  • MEVSİM BE MEVSİM

    Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.
  • MEVSİM-İ HARİF

    Sonbahar, güz devresi.
  • MEVSİM-İ SAYF

    Yaz mevsimi, yaz devresi.
  • MEVSİM-İ ŞİTÂ

    Kış mevsimi.
  • MEVSUF

    Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan.
  • MEVSUK

    Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
  • MEVSUKAN

    Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.
  • MEVSUKİYET

    Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.
  • MEVSUK-UL KELİM

    Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.
  • MEVSUL

    Erişen. Vasıl olan. * Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş. Vasledilmiş.
  • MEVSULE

    Bitiştirilmiş.
  • MEVSUM

    (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. * Ad verilmiş, isimlendirilmiş.
  • MEVSUME

    Tamamen baştan aşağı süslü zırh. * Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.
  • MEVSUT

    Ortada. Vasat olan.
  • MEVT

    Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. * Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.(Sual: Furkan-ı Hakîm'de $ gibi âyetlerde: "Mevt dahi, hayat gibi mahluktur, hem bir ni'mettir." diye ifham ediliyor. Halbuki zâhiren mevt, inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdim-ül-lezzattır... Nasıl mahluk ve ni'met olabilir?Elcevab: "Birinci Suâl"in cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkıyeye bir dâvettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkıyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessüh ile, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatiyle tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahluk ve muntazamdır.Hem zihayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvisi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkıye sünbülü verecektir. M.)(Sizlere müjde! Mevt: İdam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in'idam değil; belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediyye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. M.)
  • MEVTA

    Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
  • MEVTA'

    Ayağın bastığı yer.
  • MEVTAÎ

    Ölü gibi, ölüye benzer.
  • MEVT-ALUD

    f. Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi.
  • MEVTAN

    (Mevetan) Cansız. * Baygın.
  • MEVTIN

    (C.: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer.
  • MEVTÎ

    Ölümle ilgili, mevte ait.
  • MEVT-İ AHMER

    Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek. * Tas: Nefse karşı koymak.
  • MEVT-İ EBYAZ

    Ani ölüm. * Açlık.
  • MEVT-İ ESVED

    Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.