(Mi: 603 - 682) Sahabe-i Kiramdan olup Şam'da yirmi seneden ziyade valilik yaptı, sonra hilâfetini ilân etti. Yirmi sene de halifelik yaptı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın kayın biraderi ve vahiy kâtibi idi. Beni Ümeyye sülalesinden olan bu zattan itibaren İslâm Devletine, Emevi Devleti denmiştir. (Bak: Emevi Devleti)(Eğer denilse: Neden hilâfet-i İslâmiye Al-i Beyt-i Nebevide takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?El-Cevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Al-i Beyt ise hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi mâsum olmalı veyahud Hulefâ-i Râşidin ve Ömer ibn-i Abdulaziz-i Emevi ve Mehdi-i Abbasi gibi harikulâde bir zühd-i kalbi olmalı ki; aldanmasın. Halbuki, Mısır'da Al-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fatımiyye hilâfeti ve Afrikada Muvahhidin hükümeti ve İranda Safeviler devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Al-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler. M.)
MUAVVAK
(Avk. dan) Ta'vik edilip geriye bırakılmış iş.
MUAVVEC
(İvec. den) Eğik, eğri, eğilmiş.
MUAVVEZ
Gerdanlık. Nazarlık. Nüsha geçirilecek yer. * Evin etrafındaki mer'a.
MUAVVEZETÂN
(Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)
MUAVVIK
Ta'vik eden. Geriye bırakan. Oyalanan.
MUAVVİZAT
(Bak: Felak)
MUAYEDE
(Îd. den) Bayramlaşmak.
MUAYENE
Zâhir ve âşikâre olmak, görünmek, belli olmak. * Gözden geçirme, yoklama, kontrol etmek.
MUAYENEHANE
f. Hekimlerin, hastaları muayene ettikleri yer.
MUAYERE
Ayarlama.
MUAYEŞE
Beraberce hoşça geçinme.
MUAYİN
(Ayn. dan) Kat'i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan.
MUAYYEB
(C.: Muayyebât) (Ayb. dan) Ayıplanmış.
MUAYYEBAT
(Muayyeb. C.) Ayıp ve iğrenç şeyler.
MUAYYEN
Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
MUAYYİN
(Ayn. dan) Tâyin eden, belirten, belirtici.
MUAZ İBN-İ CEBEL
(Ebu Abdurrahman el Ensarî) Ashâb-ı Kirâm arasında hürmetle yâd olunan büyük fakihlerdendir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sağlığında Kur'an-ı Kerim'i cem'edip ezberleyen bahtiyarlardandır. Peygamberimiz, "Kur'ânı, Muaz İbn-i Cebel'den alınız" buyurmuştur. 157 hadis rivâyet etmiştir. Ürdün nâhiyesinde otuz yaşında olduğu hâlde ebediyete intikal etti. (R.A.)
MUAZADE
Yardım etme.
MUAZALE
Bir sözün mânasını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme. * Kafiyeyi ayrılmıyacak şekilde mâkabliyle bağlama. * Sözde kelimeleri tekrarla kullanma.
MUAZERE
İnadlaşmak. * Yardımlaşmak. * Birbirinden kaçmak. * Ekin kuvvetlenmek.
MUAZERE
Ma'zeret, özür dileme.
MUAZID
Yardım eden.
MUAZZAM
Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.
MUAZZAMÂT
Büyük ve ağır işler. Muazzam şeyler.
MUAZZEB
Eziyet çeken, azap içinde bulunan. Sıkıntıda kalan.