Namaz. Belirli vakitlerde Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet. * Tebrik, tezkiye. * Dua. Peygamberimize (A.S.M.) yapılan dua. * İstiğfar. * Rahmet. (Bak: Namaz)(Namaz, dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, bütün hasenata fihrist ve örnektir. Kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet ve ulvi bir münasebet ve nezih bir hizmettir. İ.İ.)
SALÂT-I FECR
Sabah namazı.
SALÂT-I HAMSE
Beş vakit namaz.
SALÂT-I HAVF
Muharebeden evvel kılınan iki rekât namaz.
SALÂT-I İSTİHÂRE
İstihareden evvel kılınan iki rekât namaz.
SALÂT-I İSTİSKA
Yağmur duasına çıkıldığı zaman kılınan namaz.
SALÂT-I SEFER
Yola çıkıldığı zaman kılınan iki rekât namaz.
SALÂT-I VUSTA
(Bak: Vusta)
SALATÎN
(Sultan. C.) Sultanlar.
SALÂT-ÜL ASR
İkindi namazı.
SALÂT-ÜL FECR
Sabah namazı.
SALÂT-ÜL ÎD
Bayram namazı.
SALÂT-ÜL İŞÂ
Yatsı namazı.
SALÂT-ÜL MAĞRİB
Akşam namazı.
SALÂT-ÜL VİTR
Vitir namazı.
SALÂT-ÜZ ZUHR
Öğle namazı.
SALAVAT
(Salât. C.) Namazlar. * Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar. * Nimetten çıkan şükürler. İbadetler. * Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar. * Nasârâ kilisesi.
SALAVATULLAH
Allah'ın rahmet ve inayeti, kusur ve günahları aff u mağfiret etmesi.
SALAYE
(C.: Salâyât) Bir şey ezmede kullanılan yassı düz taş.
SALAYIK
Yufka yapmak.
SALB
Asmak. Darağacına çekmek. Çarmıha germek. * Kemikten yağ çıkarmak.
SALBEN
Asarak, asmakla öldürmek suretiyle.
SALBETMEK
Asarak öldürmek.
SALD
Kaypak taş. * Taş gibi çok dayanıklı şey. * Dağa çıkmak. * Şiddetle ellerini yere vurmak.
SALDAH
Sağlam ve katı nesne.
SAL-DİDE
f. Yaşlı, ihtiyar. * Tecrübeli, gün görmüş.
SALE
f. Yıllık, senelik.
SALE
Âfet, belâ, musibet, dâhiye.
SA'LE
Eğri hurma ağacı. * Küçük başlı dişi devekuşu.
SA'LEB(E)
(C.: Seâlib) Tilki. * Süngü demirinin ağaç geçirecek yeri.
SALEF (SALF)
Kibirlilik. Tekebbürlük hali. * Kin tutmak, buğz etmek. * Zevci indinde zevcenin kadri olmamak. * Misafir için olan yemeğin yetmemesi.
Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr eden. * Kapıp götüren, zorla alan. * Alan. * Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden.
SALİBE
Ayakları yarık olan kadın.
SALİBE-İ KÜLLİYE
Man: Bir şeyin nefyine delâlet eden kaziye. Bir şeyin bütün bütün olmadığını veya mevcudattan hiç birisine hâkim ve müessir olmadığını iddia ve isbat eden hüküm.(Halk-ı eşya hakkında "mucibe-i külliye" sâdık olmadığı takdirde "salibe-i külliye" sâdık olur. Yâni ya bütün eşyanın Hâlikı Allah'tır veya Allah hiçbir şeyin Hâlikı değildir. Çünkü: Eşyanın arasında muntazam tesanüd ile halk ve yaratmak, tecezziyi kabul etmez bir küldür. Baziyet yoktur. Ya "mucibe-i külliye" olacaktır veya "salibe-i külliye" olacaktır. Başka ihtimal yok. Her şeyde illetin ademini tevehhüm eden vehmin vâhi hükmünde bir kıymet yok. Binaenaleyh, ednâ bir şeyde Hâlıkiyet eseri göründüğü zaman, bütün eşyada tahakkuk eder. Ve keza Hâlık ya birdir veya gayr-ı mütenahîdir, evsat yoktur. Zira sani' vâhid-i hakiki olmazsa, kesir-i hakiki olacaktır. Kesir-i hakiki ise gayr-i mütenahîdir. Maahaza nuru neşredenin nursuz, icad edenin vücudsuz, icab ettirenin vücubsuz olması muhaldir.Ve keza ilim sıfatını ihsan edenin ilimsiz, şuuru ihsân edenin şuursuz, ihtiyarı verenin ihtiyarsız, iradeyi verenin iradesiz, kâmil şeylerin sani'i gayr-ı kâmil olduğunu telâkki etmek muhaldir.Ve keza, aynı tersim, basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamın işidir. Maahaza, masnu'daki kemalât tamamen Sâni'deki kemalden akan bir feyizdir. Fakat kuşlardan yalnız sineği gören, tanıyan bir mikrop, kartalı gördüğü zaman "bu kuş değildir" der. Çünkü, sinekteki şeyler onda yoktur. M.N.)
SALİBİYYUN
Hristiyanlar.
SALİD
Pak, temiz.
SALİF
Boynun genişliği, kalınlığı.
SALİF(E)
Evvelce geçen, geçmiş. Mukaddem.
SALİF-ÜL ARZ
Dünyanın ve arzın evveli veya geçmiş zamanı. * Evvelce arz olunan.
SALİF-ÜL BEYAN
Bildirilmiş, beyanı geçmiş.
SALİF-ÜZ ZİKR
Bildirilen, zikri geçen, mezkûr. Yukarıda ismi geçen. Yukarıda, daha evvel söylenen.