f. San'atlı olarak, özenip meharetle yapılmak suretiyle, sanatkâra yakışır şekilde.
SAN'ATNÜMA
San'atkârlığını gösteren, san'at gösteren.
SAN'ATPERVERANE
f. San'atkârcasına, san'atkârlığına çok kıymet vererek.
SAN'AT-ÜT TEDELLİ
İlm-i belagatın bir kaidesi. En âlâdan başlayıp ednaya doğru gitme, yukarıdan aşağıya inme san'atı. (Bak: Tedelli)
SANAVBER
Çam fıstığı kozalağı veya onun şeklinde olan. Çam fıstığı.
SANAVBERÎ
Kozalak biçiminde. Koni şeklinde.
SAN'AVÎ
(San'aviye) San'atlı oluş. San'ata mensub. Muntazam yapılı.
SANAYİ
San'atlar.
SANAYİ-İ LAFZİYE
Söz ile, lâfızla yapılan san'at şekilleri. (Cinas, tenasüb ve tezad gibi.)
SANAYİ-İ MANEVİYE
Mâna delâletiyle olan san'at. (Teşbih ve istiâre gibi.)
SANAYİ-İ NEFİSE
Güzel san'atlar. insanın çok hoşuna giden ve çok üstün san'atkârlıkla yapılmış eserler.
SANBUR
Yalnız olan hurma ağacı. * Oğlu, kızı, kavmi ve kabilesi olmayan kişi.
SANC
Zil.
SANCAK BEYİ
Eyalet teşkilâtıyla timar usulünün cari olduğu zamanlarda beş on kazalık yerin mutasarrıfı ile sipahisinin kumandanına verilen addır. Osmanlıların ilk zamanlarında beylere yahut hükümdar evlâtlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak" denilir, bu sancaklara tasarruf edenlere de "Sancak Beyi" adı verilirdi.
SANCAKDAR
f. Sancak taşıyan. Alemdar.
SANCE
(C.: Sanecât) Terazi. * Taş.
SAND
Bendetmek, bağlamak.
SANDAL
(C.: Sanâdil) Büyük başlı deve. * Güzel kokulu bir ağaç.
SANDİD
Bela. * Meşakkat, zahmet. * Şiddetli yağmur ve rüzgâr.
SANDUK
(C.: Sanadik) Sandık.
SANDUKA
Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan yapılır, baş ve ayak uçlarına taş dikilerek baştakinin üzerine kitabe yazılırdı. (O.T.D.S.)
SANDUKÇE
f. Küçük sandık.
SANDUKKAR
Veznedar.
SA'NEB
Başı küçük olan kimse. Küçük başlı kişi.
SANEM
Kâfirlerin, önünde ibadet ettikleri heykel, put. * Mc: Çok güzel olan. * Putperestlerin İlâhı.
SANEM-HANE
f. Tapınak, puthane.
SANEM-PEREST
f. Puta tapan.(Sanem-perestliği şiddetle Kur'an men'ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de meneder. Medeniyet ise; suretleri kendi mehasininden sayıp Kur'ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki; beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. S.)
SA'NET
Et yağı. * Yağ.
SANEVBER
(Bak: Sanavber)
SANEVÎ
İkinci. İkinci derecede.
SANİ
İkinci.
SANİ'
Görülen iş.
SANİ'
(Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
SÂNİ AŞER
Onikinci.
SANİA
Uydurma, düzme. Tuzak, hile. * İş, amel, fiil.
SANİFE
Bez kenarı.
SANİH
Mübarek fiil, iyi iş.
SANİHA
Zihne gelen fikir. Mütâlâa. Çok düşünmeden gelen fikir.
SANİHA-ÂRÂ
f. Hatıra gelen, akla gelen.
SANİHÂT
(Sâniha. C.) Çok düşünmeden akla, fikre gelen şeyler. (Bak: Sünuh)
SANİ'-İ HAKİKÎ
Doğrudan doğruya, hiç bir şeye muhtaç olmadan her şeyin aslını, esasını ve teferruatını yapan, yaratan. Allah (C.C.).
SÂNİ'-İ HAKÎM
Hikmet sâhibi olan yaratıcı. Allah (C.C.)
SANİ'İYYET
Ustaca ve tertibli yapıcı oluş. Sâni'lik.(Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, herbir zerreye bir uluhiyet lâzımdır. Meselâ, Ayasofya'nın bânisi inkâr edildiği takdirde her bir taşı Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise kâinatın Sânia olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır. Öyle ise kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sâniin inkârı mümkün değildir. M.N.)
SANİYE
(C.: Sevâni) Su taşıyan deve. Su yükledikleri ve su çektirdikleri deve.