Durma, kısılma. * Kanın birdenbire durması. * Bir işin görülmesinde kesiklik, durgunluk hâsıl olmak. * Tecvidde: Kıraat esnasında nefes almadan sesi kesmeğe denir.
SEKTEDÂR
Susan, sesini kesen. * Zarara uğramış olan. * Aheng ve düzeni bozulmuş.
(C.: Eslâ) Çocuğun ana karnında iken içinde bulunduğu ince deri.
SEL'A
Hıyarcık hastalığı. * Yarmak.
SELA'
Pişirmek. * Eritmek.
SELA'
Bir acı ağaç. * Medine'de bir dağ. * Yarmak. Parçalamak. * Ayak yarığı. (Bu mânâya C.: Sülu)
SELACİKA
(Selçuk. C.) Selçuklular.
SEL'AF
Yutmak.
SELAH
(C.: Selhân) Keklik yavrusu.
SELAHİF
(Sulahfât. C.) Kaplumbağalar.
SELAHİYET
(Bak: Salâhiyet)
SELAİK
(Selika. C.) Güzel söz söyleme ve yazma kabiliyetleri.
SELAK
(C.: Selekân) Yüksek, düz yer. Deve yanırının onulmuş ve yeri ağarmış olan izi. * Çuval kulpunun birisini birisine koymak.
SELALE
Çanak içinde yalanan nesne.
SELALİM
(Süllem. C.) Merdivenler.
SELAM
Ayıplardan, âfetten sâlim oluş. Selâmet, emniyet. Sulh. Asâyiş. Bütün korktuklarından emin olma. * Allah'ın (C.C.) rızasına erişmek için mü'minlerin birbirlerine yaptığı dua. Mü'minler birbirleriyle karşılaştıklarında büyük küçüğe; yürüyen durana; azlık çokluğa; hayvan veya vasıta üzerinde olan yerde yürüyene; yüksekteki aşağıdakine "Selâmün aleyküm" der. Selâmı alan "Ve Aleykümüsselâm ve Rahmetullâhi ve Berekâtühu" diyerek cevap verir. Evvelâ selâm veren daha çok sevap kazanır. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. İki cemaat birbiri ile karşılaşırsa; onlardan birisinin selâm vermesi sünnet-i kifaye, selâm alacak taraftan birisinin selâm alması farz-ı kifayedir.
Edb: Anlatıştaki kolaylık ve rahatlık. Açık, kolay, akıcı ve âhenkli ifade.
SELASİL
(Silsile. C.) Silsileler. * Zincir gibi olanlar. Zincirler. * Sıradağlar.
SELASÛN
(Selâsîn) Otuz, 30.
SELATA
Kahır, galebe, hiddet. * Kötü konuşan, gönül inciten, kalb kıran. * Merhametsiz olmak. * Acı söz söylemek.
SELATİN
(Sultan. C.) Sultanlar.
SELB
Zorla alma, kapma, soyma. * Nefy ve inkâr etme. * Kaldırma, giderme, izale. * Man: İki şey arasında nisbet-i vücudiyenin kalkması.
SELB
Ayıp. * "Noksan etmek ve çekmek" mânalarına da mastardır.
SELBEN
İnkâr yoluyla, * Gidererek, kaldırarak, yok ederek.
SELBÎ
Nefiy ile alâkalı, nefye mensub olan.
SELBUB
Bir dere.
SELC
Yutmak.
SELC
(C.: Süluc) Kar.
SELCEM
(C.: Selâcim) Uzun, tavil.* Uzun ok. şalgam.
SELEB
Yemen vilâyetinde yetişen bir ağacın kabuğudur. Ondan ipler ve urganlar yaparlar. * Kişinin malı mülkü ve metâı.
SELECAN
Yutmak.
SELEF
(Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan. * Yerine geçilen. * Önde olmak, ileri geçmek. * Eski adam.
SELEF-İ SÂLİHÎN
Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in ilk rehberleri: Tabiîn ile Ashabın ileri gelenleri ve Tebe-i Tabiînden olan müslümanlar.
SELEFİYE
İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar. * Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.
SELEL
Helâk olmak, mahvolmak.
SELEM
Teslim etmek. * Ayıplardan uzak olmak. * Selef. * Peşin para ile veresiye mal alma.