(C.: Sumem) Bahâdır, kahraman kimse. * Berk, muhkem nesne. * Büyük erkek yılan.
SIMLAH
Kulak kiri.
SIMM
Belâ, âfet. * Arslan.
SIMME
Hâlis ve temiz.
SIMSAM(E)
Keskin kılıç. * Kılıcın keskin olması.
SIMSIM
(C.: Semâsım) Şişman ve etli adam.
SIMT
(C.: Sümut) Dizi. Dizilmiş şey.
SINAAT
(C.: Sanâyi') San'at, mahâret, ustalık.
SINAB
Hardal. * Hardal ve kuru üzümden yapılan bir cins kuru boya.
SINAÎ
(Sınâiyye) San'atla ve sanayi ile alâkalı. * İnsan yapısı.
SINAİYYAT
(Sınâi. C.) Sanatla ilgili olan şeyler. * İnsan yapısı şeyler.
SINAR
Çınar.
SINARE
Demir iğ. * İğ başı. * Yay kabzası. * Kulak.
SINDİD
(C.: Sanâdid) Baş, başkan, reis, ileri gelen.
SINF
Söğüt yaprağı.
SINIF
Kısım, bölüm, tabaka.
SINIFÎ
Sınıfla alâkalı, kısıma ait.
SINN
Berd-i acûz günlerinden bir gün. * Seleye benzer bir nesnedir, içine ekmek koyarlar. * Deve sidiği.
SINV
Dal, budak. Bir kökten çatallanan dallar. * İki kardeş. * Misil. Şebih, benzer. * Amca. * Oğul.
SINVU EBÎ
Babamın kardeşi.
SIR
(Bak: Sırr)
SIRAF (SARUF)
Hayvanın kızmakla erkeğini araması.
SIRAM
Hurma ve yemiş toplayacak vakit. * Toplanmış hurma ve yemiş.
SIRAR
Devenin sütü çok olsun ve yavrusu emmesin diye emziğinin dibine bağladıkları ip.
SIRAT
Etrafı hudutlu ve işlek cadde. Geniş yol.
SIRAT KÖPRÜSÜ
Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.(İ'lem Eyyühel Aziz! İnkılâblar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzımdır ki, her iki âlem arasında gidiş geliş olsun. Lâkin o köprülerin inkılâbat cinslerine göre şekilleri, mâhiyyetleri mütebayin; isimleri mütenevvi olur. Meselâ uyku âlemi, yakaza ile âlem-i misal arasında bir köprüdür. Berzah, dünya ile âhiret arasında ayrı bir köprüdür. Ve misal, âlem-i cismani ile âlem-i ruhanî arasında bir köprüdür. Bahar, kış ile yaz arasında ayrı bir nevi köprüdür. Kıyamette ise, inkılâb bir değildir. Pek çok ve büyük inkılâblar olacağından, köprüsü de pek garib, acib olması lâzım gelir. M.N.)
SIRAT-I MÜSTAKİM
En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve sâlihlerin, sıddıkinlerin gittikleri meslek.(Sırat-ı müstakim, şecâat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adâlete işârettir. Şöyle ki: Tegayyür, inkılâb ve felâketlere ma'ruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdâs edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri cezb ve celb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def' için kuvve-i sebuiyye-i gadabiyye. Üçüncüsü: Nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.Lâkin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat nâmiyle üç mertebeye ayrılırlar. Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi, humuddur ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi, fücurdur ki; nâmusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.İhtar: Kuvve-i şeheviyenin; yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.Ve keza kuvve-i gadabiyyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi, tehevvürdür ki, ne maddî ve ne manevî hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattır ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabavettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise; hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, ictinab eder...Hülâsa : Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir. İ.İ.)
SIRAVARİ
f. Sıralı halde, sıra gibi.
SIRDAŞ
(Bak: Sırrdaş)
SIRF(E)
Sadece, yalnızca. * Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan.
SIRHAK
Çağırmak.
SIRKATİBİ
Eskiden hükümdarların yanlarında bulundurdukları hususi kâtib.
Yugoslavya'da yaşayan bir kavim adı. Veya o kavimden birisi.
SIRR
Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. * Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. * İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti.(Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)
SIRR
Şiddetli ateş veya soğuk.
SIRRAN
Gizli olarak, gizlice.
SIRRDAŞ
Birbirinin sırrını bilen. * Sır saklıyan.
SIRRE
Soğuk rüzgâr. Şiddetli soğuk. * Şiddetli sayha, çığlık.
SIRR-I EHADİYET
Ehadiyetin sırrı, mânası, kuvvet ve te'siri.
SIRR-I TEKLİF
İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı. (Bak: Teklif)
SIRRÎ
(Sırriyye) Sır ile, gizlilik ile ilgili.
SIRSIR
Çekirgeye benzer bir hayvan.
SI'SIA
Sığınacak yer, sığınak, melce'. * Her nesnenin aslı. * Horozun baldırında çıkan fazlalık parmak.