S Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • SAFSAF

    (C.: Safâsıf) Yüksek düz yer. * Serçe kuşu.
  • SAFSAFA

    Elemek. * Asılsız yapmak. * İşe yaramaz hâle getirmek, yaramaz etmek. Hor ve hakir etmek.
  • SAFSAFE

    Ekşi aş. * Ekşili nesne.
  • SAFSATA

    Hezeyan, yalan, uydurma. Zâhirde doğru, hakikatte yanlış ve yalan olan kıyas. (Bak: Dimağ)
  • SAFSATAPERDAZ

    f. Safsata kabilinden söz söyliyen adam.
  • SAFSATİYÂT

    Safsatalar, yalan ve yanlış şeytâni sözler.
  • SAFVAN

    (Safvâ) Yumuşak, düz ve kaygan taş veya kaya parçası. * Çok soğuk ve açık olan gün.
  • SAFVE

    Hâlis ve seçkin. * Katı yüzlü merhametsiz kimse.
  • SAFVET

    Sâfilik, temizlik, pâklık. Hâlislik.
  • SAFVET-İ KALB

    Fikir ve niyetinde hiçbir garazı ve kötü gâyesi olmamak, temiz kalbli olmak.
  • SAFVET-İ VİCDAN

    Vicdan saflığı.
  • SAGA

    (C.: Sayâg) Kuyumcu.
  • SAGAİR

    (Sagire. C.) Küçük günahlar.
  • SAGAN

    Mâverâünnehir diyarında bir şehir adı.
  • SAGAR

    Küçük olmak.
  • SAGAR

    Zelillik, alçaklık, âdilik.
  • SAGAR

    f. İçki bardağı. Kadeh.
  • SAGAT

    Aslı "sagavet" olup, bir cihete meyil demek olan "sagav" masdarından fiil-i mâzi müfred müennesdir. Muzarisi : "tasgi" gelir. " Velitasgi ileyh"; söz dinlemek veya dikkat edip kulak vermek, imâle-i guş etmek demek olan ısga da, bundan müştaktır. (E.T.)
  • SAGG

    Meyletmek, yönelmek, eğilmek.
  • SAGIB (SAGBÂN)

    Aç kimse. (Müe: Sagbâ)
  • SAGIR

    Zelil ve aşağılık kimse.
  • SAGIYE

    Koyun. * Umumu nefy için ehad mânâsına da kullanılır.
  • SAGİR(E)

    Küçük, ufak. Büluğa ermemiş çocuk.
  • SAGİRE

    (C.: Sagair) Küçük günah.
  • SAGİR-ÜS SİNN

    Yaşı küçük.
  • SAGR

    (Sügur. C.) Etrafı kale ile çevrili şehir. * Sahil şehri. * Tepe veya başka bir yerde mağara. * Ağız. Ön dişler.
  • SAGSAG

    Galat kelâm konuşmak.
  • SAGSAGA

    Dişi çıkmamış küçük oğlan. * Bir şeyi ısırmak.
  • SAGSEGA

    Toprak içine bir şey gömmek. * Yemeği yağlı ve iyi pişirmek. * Dişi depretmek.
  • SAGY

    (Sagv) Meyletmek, yönelmek. * Güneşin batmaya meyletmesi.
  • SAĞNAK

    Birdenbire ve çok fazla yağıp geçen yağmur.
  • SAHA

    Meydan, yer, avlu, geniş yer.
  • SAHA

    Kirli ve paslı olmak.
  • SAHA'

    (Bak: Sehâ)
  • SAHABE

    (Sahâbi) Sâhibler. Sâhib çıkanlar. * Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (A.S.M.) sağ iken mü'min olarak görmüş, mü'min olarak vefat etmiş erkek müslüman. (Bak: Ashab, Sohbet.)(Eğer desen : "Sahabeler de insandırlar, hatâdan, hilâftan hâli olmazlar. Halbuki, içtihadın ve ahkâm-ı şeriatın medarı, sahabelerin adaleti ve sıdkıdır ki, hattâ ümmet "Sahabeler umumen âdildirler, doğru söylerler. " diye, ittifak etmişler.Elcevab: Evet, sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık, sıdka müştak, adalete hâhişgerdirler. Çünki, yalanın ve kizbin çirkinliği, bütün çirkinliğiyle ve sıdkın ve doğruluğun güzelliği, bütün güzelliğiyle o asırda öyle bir tarzda gösterilmiş ki, ortalarındaki mesafe, Arş'tan Ferş'e kadar açılmış. Esfel-i sâfilîndeki Müseylime-i Kezzâb'ın derekesinden Alâ-yı İlliyyinde olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın derece-i sıdkı kadar bir ayrılık görülmüştür. Evet, Müseylime'yi esfel-i sâfilîne düşüren kizb olduğu gibi, Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm'ı âlâ-yı iliyyîne çıkaran sıdktır ve doğruluktur.İşte hissiyat-ı ulviyeyi taşıyan ve mehâsin-i ahlâkiyeye perestiş eden ve Şems-i Nübüvvet'in ziya-i sohbetiyle nurlanan sahabeler, o derece çirkin ve sukuta sebep ve Müseylime'nin maskara-âlud müzahrefat dükkânındaki kizbe, ihtiyariyle ellerini uzatmamak ve küfürden çekindikleri gibi, küfrün arkadaşı olan kizbden çekinmeleri ve o derece güzel ve medar-ı fahr ve mübahat ve mi'râc-ı suud ve terakki ve Fahr-i Risalet'in, hazine-i âliyesinden en revaçlı bulunan ve şa'şaa-i cemaliyle, içtimaat-ı insaniyyeyi nurlandıran sıdka ve doğruluğa ve hakka -ve bilhassa ahkâm-ı şer'iye rivayetinde ve tebliğinde- elbette ellerinden geldiği kadar talip ve muvafık ve âşık olmaları kat'idir, zaruridir, şüphesizdir. Halbuki şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana (geçmek) pek kolay gidiliyor. Hattâ siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte, en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiatla satılsa; elbette pek âli olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası o dükkâncının mârifetine ve sözüne itimad edip, körü körüne alınmaz. S.)(Ehl-i Sünnet Velcemaat, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı men'etmişler. Çünki Vâkıa-i Cemel'de Aşere-i Mübeşşere'den Zübeyr ve Talha ve Aişe-i Sıddıka (R.Anhüm) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat, o harbi, içtihad neticesi deyip: Hazret-i Ali (R.A.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle afvedilir. Hem Vehhabîlik damarı, hem müfrit Râfızîlerin mezhebleri İslâmiyete zarar vermesin diye Sıffîn Harbindeki bâgilerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar.Haccac-ı Zâlim, Yezid ve Velid gibi heriflere İlm-i Kelâm'ın büyük allâmesi olan Sa'deddin-i Taftazanî, "Yezid'e lânet câizdir" demiş; fakat "Lânet vâcibdir" dememiş. "Hayırdır ve sevabı vardır" dememiş. Çünki, hem Kur'anı, hem peygamberi, hem bütün sahabelerin kudsi sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer'an bir adam, hiç mel'unları hatıra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zararı yok. Çünki zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar, amel-i salihde dahil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena... R.N.)(İmam-ı Ali (kerremallahü veche)nin şahsına ve hayatına ve adalet-i hakiki üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zâhirîsinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i mânevîsine ve kemalât-ı ilmiyesine ve makamat-ı velâyetine ve varisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var? Onun için, iki ciheti birleştirmek tevehhümüyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu pek dehşetli görünüyor. Ehl-i iman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir? diye hayret veriyor. Halbuki Yezid ve Velid gibi habis herifler müstesna, ötekilerin kısm-ı azamı, İmam-ı Ali'nin (R.A.) hârika kemalâtına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek değil; belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idaresine darbe vurmağa çalışmışlar, hatâ etmişler. R.N.)
  • SAHABET

    Sâhib olma, sâhib çıkma. * Sohbetinde bulunmuş olma. * Yardım etme, koruma, arka olma.
  • SAHABETKÂR

    f. Koruyan, sahib çıkan, arka olan.
  • SAHABİ

    (Bak: Sahâbe)
  • SAHABİYE

    Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı sağ iken görmüş olan ve mü'mine olarak vefat etmiş bulunan kadın müslüman. (Bak: Ashab)
  • SAHAD

    Yakmak.
  • SAHAFET

    Zayıflık, bozukluk. * Hafiflik.
  • SAHA-İ ZUHUR

    Görünme meydanı.
  • SAHAİF

    (Sahife. C.) Sahifeler.
  • SAHA-KÂR

    f. Eli açık, cömert, sahi.
  • SAHAM

    (Bir kimse) güneşte yanma.
  • SAHANET

    Kızgınlık, sıcaklık.
  • SAHARİ

    (Sahrâ. C.) Çöller, sahrâlar, kırlar.
  • SAHARÎ

    Kaya cinsinden. Kaya ile alâkalı.
  • SAHARÎ

    (Sahrâ. C.) Sahrâlar. Çöller.
  • SAHAT

    (Sâha. C.) Sâhalar, meydanlar, açık yerler, alanlar.