Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)(Cadde-i kübrâ, elbette velayet-i kübra sahibleri olan Sahabe ve Asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve Eimme-i Müçtehidînin caddesidir ki doğrudan doğruya Kur'anın birinci tabaka şâkirdleridir. M.)
VELB
Ulaşmak, varmak.
VELEC
Kumlu yerde olan yol.
VELED
Erkek çocuk. Oğul. Çocuk. * Döl, yavru.
VELED-İ MANEVÎ
Evlâdlığa kabul edilen, âhiret evlâdı. Bir hocanın talebesi. Mürid.
VELED-İ SULBÎ
Öz oğul, evlenmekle hâsıl olan kendi soyundan gelen çocuk.
VELEDİYET
Birisinin evlâdı olma hâli. Çocuk oluş.
VELEDİYET AKİDESİ
Hristiyanlıkta bir bâtıl akide. (Bak: Teslis)(İslâmiyet, tevhid-i hakiki dinidir ki; vasıtaları, esbabları ıskat ediyor. Enaniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa te'sis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi rububiyet-i bâtılayı kat'ediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki; havastan bir büyük insan tam dindar olsa enâniyeti terketmeye mecbur olur. Enaniyeti terketmiyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terkeder.Şimdiki Hristiyanlık dini ise; "Velediyet Akidesi"ni kabul ettiği için, vesait ve esbaba te'sir-i hakiki verir. Din nâmına enaniyeti kırmaz; belki Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'ın bir mukaddes vekili diye, o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika'nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngiliz esbak Reis-i Vükelâsı Loid George gibi çoklar var ki, mutaassıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise, öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salâbetli kalırlar. Çünki, gururu ve enaniyeti bırakamıyorlar. Takvâ-yı hakiki ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor. M.)
VELEH
Hayret, şaşkınlık. * Fazla hüzünden akıl gidip tembel olmak.
VELEH
f. Kahr, gazab, şiddet, hışım.
VELEHAN
Akıl gidip tembel olmak. * İbadet ederken vesvese veren şeytan.
VELEH-RESAN
Hayret verici, hayret edilen, şaşkınlık veren.
VELEH-RESAN-I UKUL
Akılları hayrette bırakan.
VELEHU
Bu da onun.
VELEHZA
Şaşırmış.
VELEHZEDE
f. Sevgilinin hışmına uğrayıp kahır çeken âşık.
VELEV
Eğer, gerçi, her ne kadar da, hatta, ister, isterse.
VELF
(Velif-Vilâf) Tez tez yelmek. Birbiri ardınca olmak.
VELG (VELÜG)
Köpeğin kap içinden su içmesi veya bir şey yeyip yalaması.
VELGA
Küçük kova.
VELH
Büyümek. * Uzamak.
VELHAN
Şaşakalmış, şaşkın, sersem.
VELHASIL
Sözün kısası, özü, kısacası.
VELİ
Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse. * Sıddık. * Baba. Babanın babası, cedde de denir. * Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allah'ın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allah'a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât. * Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) isimlerinden birisi.
VELİ'
Kabuğunda olan hurma çiçeği.
VELİAHD
(Veliy-yi ahd) Bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse.
VELİCE
(C.: Velyüc) Büyük çuval. * Kişinin sırdaşı.
VELİD
Yeni doğmuş çocuk. * Köle, kul.
VELİDE
(C.: Velâid) Cariye.
VELİK
(Velikin) f. Amma, lâkin, fakat.
VELİKA
Yağla unu karıştırarak yapılan yemek.
VELİME
Sevinç ve sürur günleri verilen ziyafet. Düğün ziyafeti. * Düğün, evlenme.