Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.
VESVESE
Şübhe. Tereddüt. Kuruntu. Aslı olmayan ihtimaller.(Vesvese, lügatta hışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde tevali ve tekerrür eden gizli söze vesvese; ve bir nefse böyle bir söz ilka etmeğe de, vesvese vermek tâbir olunur.) (E.T.)(Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer'i zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udul ederse; şeytanlara mel'abe, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki: Onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minâre ile semaya çıkmak hamakatinde bulunan firavun gibi bir firavun olur. M.N.)(Ey su-i vesveseden me'yus nefsim! Tedai-yi hayâlât, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ı gayr-ı ihtiyarîdir. İrtisam ise, eğer hayırdan ve nuraniyetten olsa, hakikatın hükmü bir derece suretine ve misaline geçer. Güneşin ziyası ve harareti, âyinedeki misaline geçtiği gibi... Eğer şerden ve kesiften olsa, aslın hükmü ve hassası, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Meselâ necis ve murdar bir şeyin âyinedeki sureti ne necistir, ne murdardır. Ve yılanın timsali, ısırmaz.İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan ihtiyarsız olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır. Hem ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mezhebinde bir şey'in şer'an çirkinliği, pisliği; nehy-i İlâhi sebebiyledir. Mâdemki ihtiyarsız ve rızasız bir tahattur-u farazîdir, bir tedâî-yi hayalîdir; nehiy ona taalluk etmez. O dahi ne kadar çirkin ve pis şeyin sureti dahi olsa, çirkin ve pis olmaz. M.)(İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hâtıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevâî, vehmî ve çirkin şeylerin def'iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlup olur. Ancak onları mağlup edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-ı İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semânın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir te'sir etmez. (Hâşiye)(Hâşiye) : O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Meselâ: Sen namazda, Kâbe karşısında, huzur-u İlâhîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâî-yi efkâr seni tutup en uzak mâlâyâniyat-ı rezileye sevkeder. Meselâ: Ayinenin içindeki yılanın timsali ısırmaz. Ateşin misali yakmaz. Ve necasetin görünmesi âyineyi telvis etmez. M.N.)
VESVESEDÂR
f. Vesveseli, kuruntulu.
VEŞ
f. Gibi (mânâsına teşbih edatı.) Mah-veş $ : Ay gibi.
VEŞ'
Bir şeyin üstüne çıkmak.
VEŞAK
Dağ köpeği.
VEŞB
Ayıplamak.
VEŞC
Yaralamak. * Parçalamak. * Karışmak.
VEŞEL
Az su.
VEŞELAN
Suyun akışı.
VEŞİ'
(C: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca. * Sümâme otundan yapılan hasır. * Ağaçlardan kuruyup düşen nesne. * Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken. * Az nesne.
VEŞİA
(C: Veşâyi') Üstüne iplik sardıkları ağaç. * Tarikat.
VEŞİC
(C: Veşâyic) Süngü ağacı.
VEŞİCE
Lif. * Ağaç kökü.
VEŞİK(A)
(C: Veşâyık) Kuru et.
VEŞİME
Şer, kötülük. * Düşmanlık.
VEŞİZE
(C: Veşâyız) Kırık kemik parçası.
VEŞK
Yaralamak. * Parçalamak.
VEŞK (VİŞÂK)
Evmek, acele etmek, sür'at.
VEŞKAN
Hızlı ve aceleci kimse.
VEŞL
Az miktarda olan su.
VEŞM
İğne ile kan çıkarmak suretiyle vücudda yapılan damga, işaret.
VEŞME
Yağmur tanesi.
VEŞŞEMSİ SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 91. suresidir. Suret-üş Şems de denir. Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
VEŞT
f. Güzel.
VEŞVAŞ
Hafif hal. Hafif adam.
VEŞVEŞE
Hafiflik. * Kırış mırış olmak.
VEŞY
Elbiseyi güzel nakışlamak, süslemek. * Nesil ve zürriyet. * Çoğalma. * Geceleyin devamlı tefekkür ve mütalâa etmek. * Bir çeşit elbise.
VEŞZ
Kırmak. * Dar etmek, darlaştırmak.
VETAİR
(Vetire. C.) Meslekler, yollar.
VETED
Çadır kazığı. Ağaç kazık. Demir mıh. * Edb: Aruzda üç harfden meydana gelen nazım.
VETER
Yayın çilesi. İp ve kiriş. * Bir kavsın iki ucu arasına çekilen doğru çizgi. * Kasları hareket ettiren kalın sinir.
VETİN
Kalb damarı. Şah damarı. Şiryan-ı ekber. * Bel kemiği iliği.
VETİRE
(C.: Vetâir) Keçi yolu. Dar yol. * Tarz, üslub. * Burnun iki deliğini ayıran zar.
VETR
Tek, yalnız. Bir. (Bak: Vitr) * Arefe günü.
VEYH
Bir şeyi kandırmak makamında kullanılır.
VEYH
Heyhât!
VEYL
Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran. * Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir. * Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.
VEYLE
Küstahlık, rezillik.
VEYN
Kara üzüm.
VEYSEL KARANÎ
(Bak: Üveys-el Karanî)
VEZ'
(C: Evzâ) Hapsetmek. * Engel olmak, men'etmek. * Islah etmek, yerli yerince etmek, düzeltmek. * Topluluk, cemaat.
VEZ'
Hulku katı olan. Sert mizaçlı kimse.
VEZA
Tıknaz, topaç, bodur kimse.
VEZAN
f. "Olmak" yardımcı fiiliyle birlikte kullanılır ve "esen, esici" anlamlarına gelir.