Sarp dağ. Sığınılacak yer. Kale. Hisar. * Galib olmak.
VEZF
Evmek, acele etmek.
VEZİDEN
f. Yel esmek. * Atılmak, sıçramak.
VEZİF
Evmek, acele etmek.
VEZİLE
(C.: Vezâil) Cilâlı, parlak para. * Parlak madeni ayna.
VEZİM
Sebzevat demeti. * Kurumuş ot.
VEZİME
Hediye.
VEZİN
Hamur yapılmış ebucehil karpuzu. * Asil. * Sabit.
VEZİR
Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur. Büyük düstur sahibi veya mühür sahibi kabul edilir. Osmanlı devletinde en büyük, mülkiyede en birinci mertebe olarak kabul edilmiştir. Muavin ve muin mânalarına da gelir.
VEZİR-İ A'ZAM
Pâdişahın vekili olan birinci vezir. Sadrazam. Başvekil.
Tartı. Terazi. * Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir. * Barut yuvası.
VEZNEDÂR
f. Vezne memuru. Bir teşkilâta âit parayı alıp veren memur.
VEZNÎ
Vezinle ilgili, vezne ait. * Tartılan şey.
VEZN-İ MAHSUS
Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı. * Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.
VEZNİYYÂT
Tartılan şeyler.
VEZR
Nurlu etmek, ışıklandırmak. * Kaftan eteğine birşey koyup götürmek.
VEZVAZ
Hafif, zarif kimse.
VEZVEZE
Sür'atle sıçramak.
VEZYE
Ayıp. * Soğuk.
VEZZAN
(Vezn. den) Tartan, vezneden. * Kantarcı.
VIKR
(C.: Evkar) Ağır yük. * Çok su taşıyan bulut.
VIKY
Hıfzetmek, korumak.
VIRAK
(Varak. C.) Yapraklar.
VIRAT
(Verta. C.) Vartalar, uçurumlar, çukurlar. * Halli güç, içinden çıkılması zor olan işler.
VISR
Hüccet, delil. * Kadı sicili. * Ahd, söz, yemin.
VITA'
Razı olma, rıza gösterme, uygun görme.
VITAE
Ayak basmak.
VİÂ'
(C.: Eviye) Kap, içinde bir şey konulabilen zarf.
VİÂİYYET
Kap halinde olma.
VİATA
(C: Viât) Sarı gül.
VİCA'
Hayvanı burma, iğdiş etme.
VİCA'
Ağrılar, sızılar.
VİCAH
(Vech. den) Yüz yüze gelmek. Yüzleşmek.
VİCAHEN
Yüzüne karşı. Yüz yüze gelerek.
VİCAHÎ
(Vicahiyye) Yüzyüze olan, karşılıklı olan.
VİCAR
(C.: Vücur - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer. * Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn.
VİCD
Zenginlik. Gına.
VİCDAN
İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * İnanç. * Şuur. * Bâtın ile Hakkı tanımak. * Din.(Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayât-ül gayâtı var: İradenin ibadetullâhdır. Zihnin ma'rifetullahdır. Hissin muhabbetullahdır. Lâtifenin müşâhedetullâhtır. Takva denilen ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayât-ül gayâta sevkeder. H.)