Hediyeler bağışlayan. Bağışlar ihsan eden. (Cenab-ı Hak (C.C.)
VÂHİB-ÜL HAYAT
Hayatı bağışlayan, hayat veren Allah (C.C.).
VAHÎD
Yalnız, tek. * Hz. Peygamber'in de (A.S.M.) bir ismidir. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlukla müsavi olmayan ve tek olan (meâlindedir).
VÂHİD
Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, cüz'ü, parçası olmayan Allah (C.C.) Ferid.
VÂHİDEN
Vâhid olarak. Tek olarak.
VÂHİD-İ İ'TİBARÎ
Hakikatta olmayıp varlığı farazî olarak kabul edilen bir şey. Varlığına itibar edilen şey. (Ağırlık için kilo, uzunluk için metre bir vâhid-i itibarîdir.)
VÂHİD-İ KIYASÎ
Bir şeyin miktarını ve sair hususiyetlerini ölçmek için kendi cinsinden değişmez olarak tayin edilen parça veya miktar. Meselâ: Uzunluğun "vâhid-i kıyasîsi" metredir. Hava tazyiklerinin ve sıcaklıklarınınki de derecedir.
VÂHİDİYYET
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) umum eşyada birden birlik tecellisi.(Vâhidiyyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır, demektir. Ehadiyyet ise, herbir şeyde Hâlık-ı Küll-i Şey'in ekser esması tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneşin ziyası bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle vâhidiyet misalini gösterir. Ve herbir şeffaf cüzde ve su katrelerinde Güneş'in ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması ehadiyyet misalini gösterir. Ve herbir şeyde, hususan zihayatta ve bilhassa herbir insanda o Sâni'in ekser esması tecelli ettiği cihetle ehadiyyeti gösterir. M.) (Bak: Ehadiyyet, Rahmaniyyet, Rabb-ül erbab)
VAHÎD-ÜD DEHR
(Vahîd-üz zaman) Zamanın, devrin eşi bulunmaz tek insanı.
VAHİM
Ağır. * Sonu tehlikeli. Çok korkulu. * Hazmı güç olan. Zararlı veya faydalı olmayan yemek.
VAHİM(E)
(Vehm. den) Vehmeden, kuran, kuruntulu.
VAHİME
Vehim veren, vesvese veren.
VAHİN
Zayıf kimse.
VAHİNE
İyeği kemiklerinin kısaları.
VAHİR
İğne. * Diken.
VAHİY
Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi. * Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir. * Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve hakaikı Peygamberan-ı Zişanına rüya, ilham, kitap, irsal-i melek yollarından biriyle Cenab-ı Hakk'ın bildirip ifham buyurması demektir.(Vahiy ve ilhamın farkları: Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekserisi melâike vasıtası ile ve ilhamın ekserisi vasıtasız olmasıdır. Meselâ: Nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var. Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyyet-i umumiyye haysiyetiyle bir yâverini bir vâliye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için bazan vasıta ile beraber bir içtima yapar. Sonra ferman tebliğ edilir.İkincisi: Sultanlık ünvanı ile ve padişahlık umumi ismiyle değil, belki kendi şahsı ile hususi bir münasebeti ve cüz'î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmi raiyyetiyle, hususi telefonu ile hususi konuşmasıdır. Öyle de Padişah-ı Ezelî'nin umum âlemlerin rabbi ismiyle ve kâinat Hâlıkı ünvanı ile vahy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamları ile mükâlemesi olduğu gibi; her bir ferdin, her bir zihayatın Rabbi ve Hâlıkı olmak haysiyetiyle hususi bir surette fakat perdeler arkasında onların kabiliyyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise; gölgelidir, renkler karışır, umumidir. Melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit, hem pekçok envaiyle denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbâniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor. Ş.)(Vahiy iki kısımdır:Biri: "Vahy-i Sarihî" dir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı ehadis-i kudsiye gibi.İkinci kısım: "Vahy-i Zımnî" dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder; veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasviratı ya vazife-i risalet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.İşte her hadiste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvi âsârı aranılmaz. Mâdem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette O'na vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve teârüf-ü umumi cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasıl ki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem'in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevap geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem'e gitti." Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te'vilini gösterdi. M.)
VAHİYÂT
(Vâhiye. C.) Mânasız, faydasız ve ehemmiyetsiz şeyler.
VAHİYE
(Bak: Vahi)
VAHL
Sıvı çamur. Balçık. Tîn-i rakik.
VAHL-GÂH
f. Bataklık.
VAHŞ
(C.: Vuhuş - Vahşân) İnsandan kaçan, yabani ve ürkek hayvan. * Tenha ve ıssız yer.
Medeni olmayan. İnsanlardan kaçan. Alışık ve ehlî olmayan. * Merhametsiz, duygusuz. * Ürkek, korkak.
VAHŞİYÂNE
Vahşice. Vahşiye yakışır şekilde.
VAHŞUR
f. Peygamber, nebi.
VAHY
(Bak: Vahiy)
VAHY-İ MAHZ
Kuvvetli ve sarih mertebede olan vahiy. Sırf vahiy olup, içinde Allah'ın bildirdiğinden başka bir şey katılmamış vahiy.
VAHY-İ SARİHÎ
Hem sözü, hem mânası tam vahiy olan. (Âyetler ve kudsi hadisler gibi) Resul-ü Ekrem burada sırf tebliğ edendir. Müdahalesi yoktur.
VAHY-İ SEMAVÎ
Beşerin düşünerek yapmasına inkân olmayan, Allah (C.C.) tarafından melek vasıtasıyla Peygambere gönderilen vahiy.
VAHY-İ ZIMNÎ
Mücmel ve hulâsası vahye ve ilhama istinad eden; tasvirât ve tafsilatı Resul-ü Ekrem'e (A.S.M.) âit olan vahiydir.
VAHZ
Sivri bir şey batırarak acıtma. * Çimdikleme. * Isırma. * Sokma.
VAÎ
(C: Vuât) Hâfız.
VAÎD
İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kat'i hâdiseleri haber vererek korkutmak. * Cehennemi haber vermek. (Bak: Va'd)
VAİF
Davar yürüdüğünde karnından işitilen ses.
VÂİZ
Nasihat veren. Dinî mes'eleler üzerinde öğüt veren.(Ben vâizleri dinledim. Nasihatları bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasavet-i kalbimden başka üç sebep buldum:Birincisi: Zaman-ı hâzırayı zaman-ı sâlifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeâyı parlak ve mübalâğalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için; isbat-ı müddea ve müteharri-i hakikatı ikna' lâzım iken ihmal ediyorlar.İkincisi: Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden muvazene-i Şeriatı muhafaza etmiyorlar.Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan hale mutabık, yani ilcâat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemezler; güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.Hâsıl-ı kelâm: Büyük vâizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ isbat ve iknâ etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ muvazene-i Şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i mukni' olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcâat-ı zamana muvafık söz söylesi ve mizan-ı Şeriatle tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır. İk. M.) (Bak: Hissiyat)