Hâdise. Olup geçen şey. Mes'ele. * Birini bir defada yere düşürmek. * Muharebe. * Vuku bulan.
VAKA'
Yufka bulut. * Taş. * Yerin taşlı olmasından ayak incinmek. * Cefa, eza. * Vurma, darp.
VAKAD
(Ateş) yanmak ve tutuşmak.
VAKAD
Alevlenen ateş.
VAKAH
Katı yüzlü, utanmaz, hayırsız kimse. * Sağlam ve sert tırnak.
VAKAHAT
Arsızlık. Utanmazlık. Katı yüzlülük. Açıklık ve saçıklık. * Pek sağlam ve metin.
VAKAHET
(Vakhe) İbadet, taat. * Bir adamın sözünü dinleyip itaat ve imtisal etmek, ona uymak. * Bir şeyi bırakıp feragat etmek. * Büyük papaz olmak.
VAK'A-İ HAYRİYE
Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve bu sebeple bu tabir meydana gelmiştir. (O.T.D.S.)
VAK'A-NÜVİS
f. Osmanlı İmparatorluğu devrinde, zamanın hâdiselerini kaydetmekle vazifeli olan resmi devlet tarihçisi.
VAKAR
Ağırbaşlılık. Halim ve heybetli oluş. Nâmusu muhafazayı mucib haslet. Temkinlilik. Azamet ve izzet.
VAKAS
Boynun kısa olması. Ateşe attıkları ufacık değnekler. * İki nisap zekâtın arasındaki zekâtı olmayan hayvanlar.
VAKAYİ'
(Vak'a. C.) Vâki olup zuhur eden hususlar. * Kıtaller. Öldüresiye vuruşlar.
VAKB (VÜKUB)
Duhul etmek, dâhil olmak, girmek. * Kaybolmak.
VAKD
(Vakdân) Ateşin yanması, tutuşması.
VA'KE
Cenk yeri, dövüş alanı.
VAKF
Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak, durdurmak. Kımıldatmamak. * Hareketten fariğ olmak, imsak etmek. Hapsetmek. Aslâ satılmamak, başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek. Menfaatı hayır nevilerinden birisine âit olmak üzere bir mülkü ilelebed vermek. * Tecvidde: Durmak ve durdurmak mânalarına gelerek, nefesle beraber sesin kesilmesine denir. Yâni: Kur'an-ı Kerimi tilâvet ederken herhangi bir kelime üzerinde bir müddet sesi kesip, nefes alarak dinlenme halidir.
VAKFE
Bir hareketin geçici olarak durdurulması. * Durak. Durulacak yer. * Hacıların Hac esnasında Arafat'taki tevakkufları olup, eda etmeğe mecbur oldukları şartlardan birisidir.
VAKFEGÂH
f. Durak yeri.
VAKFE-İ HAYRET
Hayret duraklaması.
VAKFETMEK
Fık: Bir malı veya bir şeyi bir işe bağlayıp o yolda devamlı kılmak. * Bir şeyi karşılıksız olarak Allah yoluna vermek.
VAKF-I HAYAT
Hayatını vakfetme. * Ömrünü tamamen din hizmetine vermek.
VAKFÎ
Vakfa âit, vakıfla alâkalı.
VAKFİYE
Mülkün vakıf olmak keyfiyyeti.
VAKH (VEKAHE)
Taat, ibadet.
VÂKIA'
Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise. * Olan olmuş. * Rüya, düş. * şiddetli hâdise. * Meşakkat, musibet. * Kıyamet. * Cenk, savaş.
VÂKIA SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 56. suresidir. Mekkîdir.
VÂKIÂT
(Vâkıa. C.) Vâkıalar. Baştan geçen hâdiseler.
VÂKIF
Bilen, haber sahibi. Aşina. Bir işten iyi haberi olan. * Vakfeden. * Duran, ayakta duran.
VÂKIFANE
f. Bilen kimseye yakışır surette, bilerek. Vâkıf şekilde. Anlamak ve bilmek suretiyle.
VÂKIF-I AHVAL
Durumdan haberli olan, işlere vâkıf bulunan.
VÂKIF-I ESRAR
Gizli şeyleri, sırları bilen.
VAKIYYE
Dörtyüz dirhemlik tartı.
VÂKİ'
Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. * Geçmiş olan, geçen.