V Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • VAV

    Kur'an alfabesinde sondan üçüncü harftir. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığıdır.
  • VA'VA'

    İnsan topluluğu. * Sesler.
  • VAVEYLA

    Çığlık, yaygara, feryat. * Eyvah, yazık gibi üzüntü ifadeleri.
  • VAV-I ATIF

    Gr: Atıf vavı, kelimeyi veya cümleyi birbirine bağlayan vav harfi. (Bak: Harf-i atıf)
  • VAV-I HÂLİYE

    Haller cümle olabilir. Eğer isim cümlesi olursa, başında bir "vav" bulunur. Ona Vav-ı hâliye denir. Bu vav, hâl'i zi-l-hâle bağlar. (Reeytuhu ve biyedihi kitâbün: Elinde bir kitap olduğu halde onu gördüm) cümlesindeki gibi.
  • VAV-I KASEM

    Gr: Herhangi bir kelimenin, çok defa Allah isminin evveline gelerek, yemin için kullanılan vav harfi. Vallahi, Veşşemsi, Velfecri kelimelerinde olduğu gibi.
  • VAVÎ

    Vav harfine mensub. Vav harfi ile alâkalı.
  • VAVİK

    Okun nişana dokunmayıp yanına düşmesi hâli.
  • VÂYE

    Nasib, kısmet, behre.
  • VÂYEDÂR

    f. Kısmetli. Nasibi olan.
  • VAZ

    f. Terk etme, bırakma.
  • VA'Z

    Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
  • VAZ'

    (C.: Evza') Koyma, konulma. Bırakmak. Atlamak. Tayin etme, belirtmek. Duruş, hareket, tarz.
  • VAZAAT

    Alçaklık, âdilik, bayağılık.
  • VAZAH

    Beyaz ve güzel yüzlü adam.
  • VAZAHAT

    Açıklık, vâzıhlık.
  • VAZAİF

    (Vazife. C.) Vazifeler, işler.
  • VAZ'AN

    Vaz' ile, vaziyeti, durumu itibariyle, yerleştirmek suretiyle. * Asıl lügat mânası cihetinden.
  • VÂZI'

    (Vazıa) Koyan. Yerleştiren. Vaz' eden.
  • VAZ'-I HAML

    Doğurma.
  • VAZ'-I YED

    El koymak, sahib çıkmak, tasarruf etmek.
  • VÂZIH

    Açık, ayan, âşikâr. Besbelli. Kapalı olmayan. * Edb: Vuzuhlu söz. Bir okunuşta mânâsı anlaşılacak ifâde.
  • VÂZIHAN

    Açık olarak. Açıkça. Açık açık. Aşikâr surette.
  • VÂZIHÂT

    (Vâzıh. C.) Açık ve meydanda olan şeyler.
  • VÂZI-I KANUN

    Kanun koyan. Kanun yerleştiren. Kanun hazırlayan.
  • VÂZI-UL YED

    El koyan. Eline alan. Bir malı eline geçirmiş olan.
  • VAZÎ'

    (Vazîa) Alçak, deni, bayağı, âdi.
  • VAZİFE

    Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birisine havale edilen şey. Kıymet verilen iş. * Ücret.(Tarîk-ı Hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk'a aid vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddit defa mağlup eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: "Sen muzaffer olacaksın; Cenab-ı Hak seni galip edecek." O demiş." Ben Allah'ın emriyle cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir." İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.Üstad-ı Mutlak, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel olan Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm $ olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa'y-ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünki $ sırrıyla anlamış ki: İnsanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir. Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmazdı. L.)
  • VAZİFEDÂR

    (C.: Vazifedârân) f. Vazifeli, görevli. * Memur.
  • VAZİFEHÂR

    (C.: Vazifehârân) f. Ücret alan.
  • VAZİFEŞİNÂS

    f. İşini dikkatle yapan. Vazifesini özenerek, severek yapan.
  • VAZİFETEN

    Vazife ile, vazife olarak.
  • VAZÎH(A)

    (Vuzuh. dan) Meydanda, apaçık.
  • VÂZİR

    (Vâzire) Günah işleyen. Suç işleyen.
  • VAZZAH

    Meydanda, çok açık, belli.
  • VE

    Gr: "Dahi, de, hem, ile, berâber" mânâlarına bağlama edâtı.
  • VE Bİ-L HAKKI NATAKTE

    Hak ile söyledin, hakkı söyledin. Haksın, sâdıksın.(Zira o, Lâ ilahe illallah der, dâva eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurani zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ederek mânen "Sadakte ve bi-l hakkı natakte" derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla te'yid edilen bir müddeaya parmak karıştırsın. M.)
  • VEBA

    Salgın bir hastalık. Taun.
  • VEBA'DÜ

    Ondan sonra, imdi. (İlk sözden sonra esas söze başlarken kullanılan bir tâbirdir. Bilhassa dinî eserlerin başında Cenab-ı Hakk'a şükür ve hamd ettikten, Peygamberimize (A.S.M.) salâvat ve duadan sonra esas söze başlarken söylenir.)
  • VEBAL

    Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
  • VEBER

    Bedevi, göçer. * Deve yünü. * Davar tırnağı.
  • VEBL

    Ağır ve vahim olmak.
  • VEBR

    Kocakarı soğuğundan bir gün. * Ada tavşanı, ak tavşan.
  • VECA'

    Sızı, ağrı, acı. Ağrıyıp acımak.
  • VECAHET

    Güzellik, güzel yüzlülük, gösterişlilik. * Haysiyet, şeref, onur, itibar.
  • VECAR

    (C.: Vücür - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer. * Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn.
  • VECAZET

    Sözün veciz oluşu. Kelâmın kısa oluşu.
  • VECD

    Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
  • VECD-ÂLUD

    f. Vecd veren haller. Manevî coşkunlukla beraber olan hal.
  • VECD-EFZÂ

    f. Vecdi artıran, heyecanı çoğaltan.