(Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münasebet.
VECHE
Yan, taraf. Yüz.
VECHEN
Bir vechiyle. Bir suretle. Bir bakımdan.
VECHEN MİN-EL VÜCUH
Hiçbir suretle.
VECHEYN
İki taraf, iki yan, iki yüz.
VECHÎ
(Vechiye) Yüz ile ilgili.
VECH-İ ÂHAR
Başka sebeple.
VECH-İ DİKKAT
Dikkat ve ferasetle.
VECH-İ MÂ
Bir sebepten dolayı.
VECH-İ MEŞRUH
Şerh edilen, açıklanan tarzda.
VECH-İ ŞEBEH
Edb: Bir şeyin başka bir şeye neden benzediğini anlatan söz. (Bak: Teşbih)
VECH-ÜL ARZ
Yeryüzü.
VECİ (E)
Güzel, hoş, lâtif. Uygun, münasib. * Bir kavmin büyüğü, reisi. * Hürmetli insan. * Sultan huzuruna girenler. * Makam ve şeref sâhibi.
VECİ(A)
(Veca'. dan) Ağrıtıcı, sızlatıcı.
VECİBE
Borç hükmünde olan vazife. * Kanun ve ahlâkın icabı, yerine getirilmesi lâzım gelen şey.
VECİBE-İ NEZAKET
Nezâket borcu.
VECİHÎ
Veche ait. Veche dair.
VECİZ
Kısa, öz, derli toplu. Muhtasar olup mufassal olmayan. * Az sözle çok mâna ifâdesi.
VECİZE
Edb: İbaresi kısa, mânası geniş olan çok kıymetli söz, özlü söz. Kısa, veciz söz.
Duâlarımız sizinle birliktedir anlamına gelen bu tâbir, evvelce mektupların altlarına yazılırdı.
VEDİ
Küçük abdest bozduktan sonra çıkan beyazımsı su.
VEDİ'
Başkasının malını saklamaya memur kimse.
VEDİA
Emanet.
VEDİATULLÂH
Allah'ın emaneti.
VEDİD
Sevgisi çok olan.
VEDK
Yağmur. Yağmurun damlaması. * Alışıp üns ve ülfet etmek. Yakın olmak. (Bak: Vadk)
VEDUD
Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak.(Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.) (Vedud ismine mazhar bir kısım evliya: Cennet'i istemiyoruz, bir lem'a-yı muhabbet-i İlâhiye ebeden bize kâfidir, demişler. S.)
VE'D-ÜL BENAT
İslâmiyetten evvelki câhiliyet devrindeki Arablarda kızlarını hakir gördüklerinden diri iken defnetmek âdeti.
VEFA
Ahdinde, sözünde durma. * Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. * Ödeme. * Yetişme. * Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.
VEF'A
Kav ettikleri bez parçası. * Şişe ağzını tıpamada kullanılan bez parçası.
VEFADAR (VEFAKÂR)
Vefalı, sözünde ve dostluğunda devamlı olan.
VEFAPERVER
f. Sözünde duran. Vefâlı.
VEFAT
Ölüm. Ahirete göçme.
VEFD
Çokluk. Cemaat. * Bir iş için giden heyet. Elçilik. * Dağ başı. * Gelme, ulaşma, erişme, varma, vürud.
VEFHİYYE
Kilisede kayyımlık hizmetini etmek.
VEFİ
Vefalı. * Tam, mükemmel. Kifayet eden. Bol olan.
VEFİA
İçine nesne koyulan sele.
VEFİK
Arkadaş. Kafa dengi. Aynı fikirde olan. Uygun.
VEFİR(E)
(Vefret. den) Çok, bol, kesir.
VEFİYAT
(Vefat. C.) Ölümler, vefatlar.
VEFK
Uygun gelme. Uyma. Mutabakat. Muvafık olma. İşi iyi gitme.* Tesirli dua.