Bir şeyin, hususan dağın en yüksek noktası, tepesi.
ZİRVE-İ BÂLÂ
f. Yüksek zirve. * Yüksek makam. * Yüce kat.
ZİRVE-İ CEBEL
Dağ tepesi.
ZÎ-ŞAN
Şanlı, meşhur ve şerefli olan.
ZÎ-ŞA'ŞAA
Çok parlak. Şa'şaalı.
ZİŞT
f. Çirkin. Kötü. Kabih.
ZİŞTÎ
f. Çirkinlik.
ZÎ-ŞUUR
şuurlu. şuur sâhibi.
ZÎT
(Ziyât) Çağırmak. * Niza edişmek, çekişmek.
ZİVANA
(Bak: Zıvana)
ZİVER
Şiddetle yürümek.
ZİVER
Süs. Zinet.
ZİYA
Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik. (Nur, ziya'dan daha umumidir. Çünkü ziyâ aydınlığın intişarı mülâhazası ile ve Nur, intişarı ve sebatı mülâhazaları ile ıtlak olunmuştur ve bazıları indinde bizzat olan aydınlığa ziya; ve vasıta ile olan aydınlığa nur ıtlâk olunur. L.R.)(Ziya ile; mevcudat görünür, hayat ile, mevcudatın varlığı bilinir; her birisi birer keşşaftır. M.)
ZİYA'
Kaybolma, mahvolma.
ZİYA PAŞA
(Mi: 1825 - 1880) İstanbul'da doğmuş ve Adana'da vali iken vefat etmiştir. İslâm-Türk hürriyet-perverlerinden olan Ziya Paşa, "zekâvette alemdar" bir şahsiyet olmasına rağmen, kâinatta cereyan eden hâdiselerin gaye ve hikmeti karşısında şaşırmış, bu sebebten ıztırab çekiyor. " Eyvah kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaştım" diye feryad etmiştir. Yine kâinattaki İlâhi güzellik ve zahirde çirkin olarak gözüken, fakat neticesi hayır ve hikmetler dolu olan hadiseler karşısında da; Cenab-ı Hakk'ı tesbih ederek ruhunun feryadını dindirmeğe çalışmıştır.Yeni Osmanlılar Cemiyetine girmiş ve Namık Kemal ile 1876'da Paris'e hicret etmiştir. Zafernâme ve üç cildlik Harabât adlı -Divan edebiyatı şairlerinin seçme şiirlerini toplayan- kitabı vardır.
Artan, fazla kalan. Çok bol. Fazladan. * Artma, çoğalma.
ZİYA-EFŞAN
f. Işık saçan, ziya saçan.
ZİYAF
(Zeyf. C.) Kalp ve silik paralar. Karışık akçeler.
ZİYAFE
Merdut olmak. * Tenbel. * Değişmek.
ZİYAFEŞAN
f. Işık saçan, ziya saçan.
ZİYAFET
Karışık ve değişik olma.
ZİYAFET
Misafire yedirip içirme, ikram etme. Misafir kabul etme.(Görünüyor ki; bu âlemin sâhibi -yaptığı şu kadar fiillerin delâletiyle- hârika bir sahâvete sahib olduğu gibi nur ve ziya ile dolu güneşler ve meyve ve semereler ile hâmile eşcar ve ağaçlar misillü pek çok hazineleri vardır. Binaenaleyh bu ebedî sahâvet, tükenmez servet, ebedî bir ziyafetgâhı ister ve devam ile muhtaçların da devam-ı vücudunu iktiza eder... M.N.)
ZİYAİ
(Ziyaiyye) Işığa ait. Ziyaya dair ve mensub olan.
ZİYAL
Uzun kuyruklu at.
ZİYAME
Ayıplı olmak.
ZİYAN
f. Zarar, ziyan, kayıp, hasar.
ZİYANİSAR
(Ziya-nisâr) f. Işık saçan, ışık serpen.
ZİYANKÂR
f. Zarar veren, ziyancı. Zarar ve ziyan edici.
ZİYAPAŞ
f. Işık ve aydınlık veren. Ziya saçan.
ZİYAR
Yavşa denilen nesne. (Baytarlar) onunla davar dudağını kıstırıp zebun ederler.
ZİYARE
Meşhur, şöhretli.
ZİYARET
Görüşmeğe gitmek. Bir kimseyi görmeye varmak.
ZİYARET-GÂH
f. Ziyaret yeri. * Türbe. Makbul ve dine büyük hizmeti olan ve veli tanınanların kabrinin bulunduğu yer.
(C.: Ezyâ) (Zeyy) Dış görünüş. * Libas. Kılık, kıyafet. Hey'et.
ZİZA'
Ot ve su olmayan yer.
ZİZEFUN
Ihlamur ağacı.
ZORBAZ
f. Kuvvet oyunları gösteren sanatkâr. Bu oyunlar hünerden çok güce, kuvvete dayandıkları için, zor oyuncusu demek olan bu tabir meydana gelmiştir. Eskiden cambazlar kuvvetli adamlar oldukları için ekseriyetle vücutlarının kuvvet ve metanetine delil olan görülmeğe değer numaralar da gösterirlerdi. Meselâ bazı cambazlar koca bir taşı yerden alıp havaya atarlar ve taş aşağıya inerken, başlarının üstündeki lâstik topmuş gibi kâh göğüsleriyle, kâh arkalarıyla, kâh başlarıyla karşılayıp taşa vururlar, yere düşmeden tekrar havaya çıkarırlar ve böylece oynarlardı.Bazan da koca su küplerini karşılarına alıp, koç dövüşür gibi karşıdan hızla gelip başlarıyla vurarak küpü parça parça ederlerdi. Bu çeşit kuvvet oyunları gösteren cambazlara, zorbaz denirdi. (O.T.D.S.)
ZÛ
Kelimenin başına gelerek "sâhip, mâlik olan" mânasını verir. (Bak: Zâ)
ZÛ'
(C.: Azvâ'-Ziyâ') Işık, aydınlık.
ZÛ'
Gece uçan kuşlardan birisi. * Erkek baykuş.
ZUAFA
(Zayıf. C.) Zayıflar. Zayıf olanlar.
ZUAK
Tuzlu su.
ZUAMA
(Zaim. C.) (Zeâmet. den) Kefiller. * Büyük tımar sâhipleri.