(Zud-endâz) f. Akla geldiği şekilde, düşünülmeden söylenen söz.
ZUDHİZ
f. Vazifesini çok çabuk gören hizmetkâr.
ZUDÎ
f. Tezlik, çabukluk.
ZUDRES
f. Çabuk erişen.
ZUDSİR
f. Faydasız. Menfaatsiz. * Kötü huylu. * Bir şeyden çabuk bıkan, usanan.
ZUDTER
f. Daha çabuk.
ZU-ESMAR
Meyveli. Semereli.
ZUFR
Tırnak.
ZUFUR
(C.: Ezfâr-Ezâfir-Zufir) Tırnak. * Yay başında kiriş takılan yerden ucuna varıncaya kadar olan miktar.
ZUGLE
Her nesnenin bakiyyesi ve bölüğü. * Birşeyin bölük bölük olması.
ZUGLUL
Yeyni, hafif. * Küçük oğlan.
ZUGR
Şam vilayetinde bir yerin adı.
ZUHAL
(Bak: Zühal)
ZUHAR
Ok yeleği. Kanat yeleği.
ZU-HAZZ
Nasibi olan, nasibli. * Hoşlanan, zevk alan.
ZUHR
Sahavetli zenginlik. * Yüksek şeref.
ZUHR
Öğle vakti. Öğleyin.
ZUHR(E)
İhtiyaç zamanı için muhafaza edilen, saklanan şey. Zahire. * Sâlih amel. Âhiret için yapılan hazırlık.
ZUHREFE
Süslemek, bezemek.
ZUHRUF
Yaldız. Yalancı süs. Gösteriş. Zinet. Altın.
ZUHRUF SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 43. suresidir. Mekkîdir.
ZUHUR
Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.
ZUHURÂT
Birden oluveren şeyler. Hesapta olmayan umulmadık hâdiseler. * Sünuhat. (L.R.)
ZUK'
(C.: Ezkâ) İki uyluk arası.
ZUKAK
(C.: Ezikka) Sokak.
ZUKK
Kuşun yavrusuna ağzından birşey yedirmesi.
ZUKL
Harâmi. * Küçük dar gemi.
ZU'KUK
(C.: Zeâkık) Yaramaz huylu kimse.
ZULAME
Mazlumun hakkı.
ZULEL
Gölgelikler.
ZULEM
Karanlıklar.
ZULEMAT
(Zulmet. C.) Zulmetler, karanlıklar.
ZULLAME
(Zalime) Zâlimin zulümle aldığı mal.
ZULLÂN
(Zelil. C.) Zeliller.
ZULLE
(C.: Zulel) Gölgelik. * Gölge eden bulut. * Sofa.
ZULM
(Zulüm) Haksızlık. * Eziyet, işkence. * Bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak.( $ sırrınca: Dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor. Şefkatli tokat yer, aklı varsa intibaha gelir. Düşman ise, hizmet-i Kur'âniyeye zıddiyeti, mümânaati, dalâlet hesabına geçer. Bilerek veya bilmiyerek hizmetimize tecavüzü, zendeka hesabına geçer. Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar. Nasılki küçük kabahatleri işliyenlerin, nâhiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve sür'aten verilir. Ehl-i dalâletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, muktezâ-yı adalet olarak Alem-i Beka'daki Mahkeme-i Kübrâ'ya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.İşte Hadis-i Şerifte $ mezkûr hakikata dahi işaret ediyor. Yâni: Dünyada şu mü'min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler, madem Cehennem'den çıkmıyacaklar. Hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları te'hir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya, cennetleridir. Yoksa mü'min bu dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes'uddur. Âdeta mü'minin imanı, mü'minin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevî bir cehennemi ateşlendiriyor. L.)
ZULMANÎ
Karanlık. Karanlıkla alâkalı. Karanlıklı ve karanlık gaflet uykusunda olan.
ZULMAT
(Zulümât - Zulemât) (Zulmet. C.) Karanlıklar. Kara gün. * Dinsizlik ve zulüm devri.
ZULMEN
Haksızlıkla, zulüm yaparak.
ZULMET
Karanlık. * Mc: Sıkıntı.
ZULMET-ÂLUD
Karanlıklı. Karışık ve sıkıntılı.
ZULMET-EFZÂ
(Zulmet-fezâ) Karanlığı artıran.
ZULMET-İ MÜNEVVERE
Efkâr-ı hâzırada cehl-i basiti, cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebep. Meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla anladım zannetmek ve izah olundu zannetmektir. Manyetizma, telepati, kuvve-i mıknatısıyye ve elektrik gibi isimleri takmakla o hârika hâdiseler izah olunmuş olamazlar.